Orient Ekspresi’nin Paris–İstanbul hattında gördüğü büyük ilgi, İstanbul’a gelen üst sınıf yolcu sayısını artırmış; fakat bu yolcuların çoğunun şehre dair ilk izlenimleri hayal kırıklığı olmuştur. Çoğu, İstanbul’daki hanların “romantik” olmakla birlikte, modern beklentileri karşılamadığını yazmış; seyahat dergileri, İstanbul’un modern otel eksikliğini kayda değer bir problem olarak raporlamıştır.

Tam da bu noktada Osmanlı Maliye Nezareti, Levanten banker aileleri ve Avrupa finans çevreleri arasında bir iş birliği doğmuş; İstanbul’a dönemin en ileri standartlarına sahip bir otel inşa edilmesi fikri somutlaşmıştır. Pera Palas böyle bir iklimde, yalnızca bir turizm yatırımı olarak değil; Osmanlı’nın Avrupa ile eşleşme çabasının sembolü olarak ortaya çıkmıştır.

İnşaatın başına Fransız-Türk mimar Alexandre Vallaury getirilmiştir. Vallaury, İstanbul’da birçok kamu binasının mimarıdır; fakat Pera Palas için hazırladığı projeler dönemin basınında yoğun tartışmalara neden olmuştur. Arşiv kayıtlarında, Vallaury’nin oteli “Doğu’nun Paris’teki bir otelle eşleşebileceğini göstermek için” tasarladığını söylediğine dair notlar bulunmaktadır.

Yapının cephesine eklediği Fransız neoklasik hatlar, Babıali basınında bazı yazarları rahatsız etmiş; otelin “Beyoğlu kimliğine fazla Batılı bir siluet” kazandıracağı iddia edilmiştir. Buna rağmen proje devam etmiş ve 1892’de temel atılmıştır. Vallaury, Pera Palas’ta pek çok teknolojik yeniliği İstanbul’a taşımıştır. Otelde elektrik kullanılması, merkezi ısıtma sisteminin kurulması ve hidrolik asansör planlanması İstanbul için bir ilkti. Bazı İstanbul gazeteleri bu durumu “Şehrimiz ilk kez Avrupa’nın teknolojilerine yetişmektedir” sözleriyle duyurmuştur.

1895’te açılan Pera Palas, İstanbul’da elektrik kullanan ilk binalardan biri olarak kayıtlara geçmiştir. O dönemde şehrin büyük bölümü hâlâ gaz lambalarıyla aydınlatılmaktadır. Bu nedenle otelin elektrikle parlayan avizeleri, açılış günü halk arasında büyük bir merak yaratmıştır.

Açılış günü için yapılan hazırlıklar arasında Beyoğlu’nun bazı sokaklarında elektrik hatlarının güçlendirilmesi de bulunmaktadır. Bu hazırlıklar dönemin mühendislik raporlarında ayrıntılı şekilde kayıt altına alınmıştır.

Pera Palas 1895 yılında görkemli bir törenle açılmıştır. Açılış sırasında İstanbul’un üst sınıf aileleri, Avrupa elçilik mensupları, gazeteciler ve Orient Ekspresi’nin temsilcileri hazır bulunmuştur. Arşiv belgelerine göre, açılış gecesi uzun süre Beyoğlu sokaklarında konuşulan bir olay hâline gelmiştir. Dönemin gazetelerinden bazıları açılışı “Doğu ile Batı’nın buluşma noktası” olarak yorumlamış; bazıları ise otelin lüksünü “fazla gösterişli” bulmuştur. Fakat herkesin ortak fikri şudur: Pera Palas yalnızca bir otel değil, Osmanlı’nın modernleşme hamlesinde yeni bir adım niteliğindedir.

1918’de İstanbul’un işgali başladığında Pera Palas’ın kaderi yeniden değişmiştir. İngiliz, Fransız ve İtalyan subayların otelde konaklamaya başlamasıyla bina fiilen bir karargâha dönüşmüştür. Bazı odaların toplantı ve istihbarat amaçlı kullanıldığına dair İngiliz arşivlerinde kayıtlar yer almaktadır. O yıllarda otelin koridorlarında farklı ülkelerin subaylarının dolaştığı, lobide diplomatik görüşmeler yapıldığı ve otelin İstanbul’un siyasi atmosferinin tam merkezinde yer aldığı bilinmektedir. Bu dönem, Pera Palas’ın tarihindeki en zor yıllar olarak kabul edilmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’a yaptığı bazı ziyaretlerde Pera Palas’ta konaklamıştır. 101 numaralı oda bu nedenle tarihî bir öneme sahiptir. Arşivlerde Atatürk’ün burada bazı gazetecilerle görüştüğüne, İstanbul’daki siyasi temaslarını bu odada planladığına dair notlar bulunmaktadır. Bugün müze-oda olarak ziyarete açık olan bu bölüm, yalnızca Atatürk’ün eşyalarıyla değil, dönemin İstanbul’unu yansıtan detaylarıyla da dikkat çekmektedir. Odanın dekorasyonu neredeyse tamamen orijinal hâliyle korunmuştur.

Pera Palas’ın dünya çapında bilinmesini sağlayan unsurlardan biri Agatha Christie efsanesidir. Ünlü yazarın 411 numaralı odada kaldığı ve bazı roman notlarını burada hazırladığı bilinmektedir. Ancak araştırmalar, “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” romanının büyük bölümünün Londra’da yazıldığını göstermektedir. Buna rağmen Christie’nin İstanbul ziyaretleri sırasında tuttuğu notlarda şehre dair keskin gözlemler bulunmaktadır. Yazarın otelin atmosferini romanının ruhuna taşıdığı açıktır. Efsanenin popülerleşmesinin bir nedeni de 1970’lerde ortaya atılan, “Christie’nin kayıp günlüğünün anahtarının Pera Palas’ta bulunduğu” yönündeki iddialardır. Bu iddia hiçbir zaman doğrulanmamıştır; ancak otelin ününü artırmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Pera Palas, İstanbul’un uluslararası sosyetesinin buluşma mekânı hâline gelmiştir. Arşivlerde bazı gazetecilerin otelde gizli görüşmeler yaptığını, yabancı istihbarat çalışanlarının oteli sıkça ziyaret ettiğini gösteren belgeler yer almaktadır. Bu durum oteli, yalnızca bir konaklama alanı değil, dönemin siyasi trafiğinin işlediği bir merkez hâline getirmiştir.

2000’li yılların başında Pera Palas geniş çaplı bir restorasyona alınmıştır. Bu süreç yaklaşık 10 yıl sürmüş ve çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bazı basın organlarında, restorasyon sırasında orijinal mobilyaların ve dökme demir parçaların kaybolduğu iddia edilmiştir. Otel yönetimi iddiaları reddetmiştir. Restorasyonda özellikle Atatürk’ün odası, Agatha Christie’nin odası ve otelin tarihî lobisi hassasiyetle yeniden düzenlenmiştir.