Asırlık bir üretim geleneği

Vezirköprü’nün Kunduz Dağı eteklerinde, dere kenarında suyun sesiyle dönen ahşap çarklar hâlâ varlığını sürdürüyor. Köylüler için bu çarkların sesi, sadece un öğütmenin değil, geçmişle bağ kurmanın da sesi. Kunduz Dağı çevresindeki köylerinde rastlanan ahşap su değirmenleri, Anadolu’nun en eski üretim araçlarından biri olarak kabul ediliyor. Arkeolojik bulgular, Anadolu’da su değirmenlerinin Roma döneminden itibaren kullanıldığını, Karadeniz köylerinde ise özellikle 17. ve 18. yüzyılda yaygınlaştığını gösteriyor. Samsun’un kırsal bölgelerine yerleşen aileler, mısır tarımının artmasıyla birlikte bu küçük ölçekli değirmenleri inşa etti. Böylece hem kendi ihtiyaçlarını karşılıyor hem de köyün ortak yaşamını sürdürüyorlardı.

 

Ne için kullanılıyordu?

Bu değirmenler yalnızca mısır için değil, buğday ve arpa gibi tahılların da öğütülmesinde kullanıldı. Ancak Kunduz Dağı ve çevresinde mısır üretimi yaygın olduğu için en çok mısır unu öğütmede tercih edildi. Mısır ekmeği, kuymak ve haşıl gibi yöresel yemeklerin temel malzemesi bu değirmenlerden çıkıyordu. Köylüler, kış ayları yaklaşırken çuvallarca mısırı değirmene getirir, öğütülen unları kilerlerinde saklardı.
 

Bir su değirmeni genellikle derenin akış yönüne göre kurulurdu. Önce dere kenarına sağlam taş bir temel inşa edilir, üst kısmı ahşap kütüklerle desteklenirdi. Suyun yönünü değiştiren ahşap oluklar, suyu büyük çarka taşırdı. Çarkın dönmesiyle birlikte içerideki taş mil hareket eder ve ağır değirmen taşları tahılı ezerek una dönüştürürdü. Bu taşların özel olarak seçilmesi gerekiyordu; çoğu kez yöredeki sert granit benzeri taşlar kullanılırdı. Ustalar, taşların pürüzsüzlüğünü ve sertliğini kontrol ederek en uygun malzemeyi seçerdi.

Geçmişte su değirmenleri köyün yalnızca üretim noktası değildi; aynı zamanda sosyal hayatın da merkeziydi. Köylüler sıra beklerken sohbet eder, köyün sorunlarını tartışır, haberleşirdi. Hatta kimi köylerde gençlerin tanışma yerlerinden biri olarak bile anlatılır. Su sesi, tahıl kokusu ve taşların sürtünme sesi, köy yaşamının unutulmaz atmosferini oluşturuyordu.

20. yüzyılın ortalarından itibaren modern un fabrikalarının yaygınlaşmasıyla birlikte bu değirmenler işlevini yitirmeye başladı. Pek çok değirmen atıl kaldı, bir kısmı ise yıkıldı. Ancak Kunduz Dağı köylerinde hâlâ çalışan örnekler mevcut. Özellikle yaşlı köylüler, “Taş değirmen unu farklı olur, ekmeğin tadı bir başka çıkar” diyerek değirmenleri tercih ediyor. Bu geleneksel yöntemle öğütülen unun daha doğal ve vitamin kaybı daha az olduğu söyleniyor.

 

Günümüzde Kunduz Dağı’ndaki değirmenlerin bir kısmı yalnızca nostaljik amaçla ayakta. Ancak bazı köylüler, hâlâ günlük kullanım için çalıştırmaya devam ediyor. Bu durum, aslında değirmenlerin yalnızca bir kültürel kalıntı değil, yaşayan bir gelenek olduğunu kanıtlıyor. 

 

Her değirmenin ayrı bir hikâyesi var. Kimisi bir ailenin yıllar süren emeğiyle yapılmış, kimisi köyün ortak malı olarak kullanılmış. Çarkların dönmesi sadece tahılı un haline getirmedi; aynı zamanda köyün hafızasını da tazeledi. Sessizliğe gömülmüş olan değirmenlerin taşları yosun tutsa da, bu yapılar hâlâ geçmişin sesini fısıldıyor.