İstanbul’un simgesi Ayasofya, 1500 yılı aşkın tarihiyle hem inançların hem de kültürlerin kesişim noktası olmaya devam ediyor. Ayasofya Camii, yalnızca bir ibadethane değil; Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinin izlerini taşıyan, insanlık tarihinin en önemli mimari yapılarından biridir. Gerek sanatsal estetiği gerekse çok katmanlı tarihî geçmişiyle UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu eşsiz yapı, günümüzde hem ibadete açık bir cami hem de ziyaretçilerin yoğun ilgi gösterdiği kültürel bir merkezdir.


Ayasofya’nın Derinlemesine Tarihçesi


İlk İnşa (360 – 404)


Ayasofya’nın bilinen ilk versiyonu, Bizans İmparatoru II. Konstantin döneminde, 360 yılında “Büyük Kilise (Megale Ekklesia)” adıyla inşa edildi. Ancak 404 yılında çıkan isyanlar sırasında yapı ciddi şekilde hasar gördü.


İkinci Ayasofya (415 – 532)


II. Theodosius döneminde, 415 yılında tekrar inşa edilen Ayasofya, taş ve ahşap karışımı bir yapıya sahipti. Ancak bu yapı da 532 yılında çıkan Nika Ayaklanması sırasında yıkıldı.


Günümüzdeki Ayasofya (537)


İmparator I. Justinianus, bugünkü görkemli Ayasofya’yı 532 yılında inşa ettirmeye başladı. Mimarlar Anthemius (Trallesli) ve Isidoros (Miletli) tarafından sadece 5 yılda tamamlanan yapı, 27 Aralık 537’de büyük bir törenle ibadete açıldı. Justinianus’un “Seni yendim Süleyman!” sözü, bu anı ölümsüzleştirdi. Bu dönemde Ayasofya, Hristiyan dünyasının en büyük ve en kutsal kilisesi olarak kabul ediliyordu.


Osmanlı Dönemi: Camiye dönüş (1453 – 1931)


1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinin ardından, Ayasofya kiliseden camiye çevrildi. Minber, mihrap ve minare eklemeleriyle birlikte yapı, İslam kültürüne uygun hale getirildi. Ayasofya’nın Hristiyan ikonalarının büyük kısmı sıvanarak korunmaya alındı. Mimar Sinan döneminde yapı güçlendirilmiş, 16. yüzyılda büyük onarımlar geçirmiştir. Ayrıca kubbe sistemleri geliştirildi ve yapıya dört büyük minare eklendi. Ayasofya, Osmanlı döneminde 481 yıl boyunca kesintisiz olarak cami olarak hizmet verdi.


Cumhuriyet Dönemi ve Müze Statüsü (1935 – 2020)


Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra, 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze statüsü verildi. 1 Şubat 1935’te müze olarak halka açıldı. Bu dönemden itibaren Hristiyan mozaikleri temizlenip restore edilmeye başlandı. Aynı zamanda cami döneminden kalan İslami unsurlar da korunarak sergilendi. Ayasofya, bu haliyle hem Doğu Roma hem de Osmanlı mirasını bir arada sergileyen dünyadaki nadir yapılardan biri haline geldi.

 

Yeniden camii statüsüne dönüş (2020 – Günümüz)


10 Temmuz 2020’de Danıştay’ın verdiği karar doğrultusunda 1934 tarihli müze kararı iptal edildi ve Ayasofya, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yeniden cami statüsüne kavuştu. 24 Temmuz 2020 tarihinde kılınan ilk cuma namazıyla resmen ibadete açıldı.


Yeniden Camii statüsüne dönüş (2020 – Günümüz)


86 yıl boyunca müze olarak hizmet veren Ayasofya, 2020 yılında alınan yargı ve yürütme kararlarıyla yeniden cami statüsüne kavuştu. 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Bu karar, Ayasofya’nın müze olmasını sağlayan hukuki dayanağı ortadan kaldırdı. Aynı gün içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek cami olarak ibadete açılmasına” dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ni imzaladı ve kamuoyuyla paylaştı. Bu kararla birlikte Ayasofya’nın statüsü resmen değişti. İlk cuma namazı, 24 Temmuz 2020 tarihinde binlerce kişinin katılımıyla kılındı. Namaza Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı. Açılışta Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, minbere kılıçla çıkarak tarihi bir gelenek olan “fetih sembolü”nü yaşattı.

 

Ayasofya’nın İç Mimarisi ve Sanatsal İhtişamı: Bin Yılların Sessiz Tanıkları


İstanbul’un kalbinde yükselen Ayasofya, yalnızca dış görünüşüyle değil, iç mekânındaki eşsiz mimari ve sanatsal detaylarıyla da dikkat çekiyor. Farklı inanç sistemlerinin ve iki büyük medeniyetin izlerini taşıyan bu yapı, ziyaretçilerine hem tarihsel hem de estetik bir yolculuk sunuyor.


Tarih Boyunca Korunan İhtişamlı İç Mekân


Ayasofya’nın iç mekânı, mimari anlamda Bizans ve Osmanlı estetiğinin bir sentezidir. İlk olarak M.S. 537 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından kilise olarak inşa edilen yapı, fetihten sonra Osmanlı tarafından camiye dönüştürülmüş; iç mimarisine İslami unsurlar eklenmiştir. Bu dönüşüm, her iki inanç sistemine ait öğelerin bir arada yaşatıldığı benzersiz bir iç atmosfer yaratmıştır.


Kubbe Sistemi ve Işık Estetiği


Ayasofya’nın merkezi kubbesi, 31 metre çapı ve 55,6 metre yüksekliğiyle dönemi için bir mühendislik harikasıdır. Kubbenin etrafındaki pencerelerden süzülen gün ışığı, iç mekânda mistik bir aydınlık oluşturur. Bu ışık oyunu, hem mimari tasarımı hem de iç bezemeleri öne çıkaran önemli bir unsurdur. Ziyaretçilerin dikkatini çeken önemli bölümlerden biri, üst galeriye çıkan sütunlardır. Bu sütunlar, Efes, Aspendos, Baalbek gibi antik kentlerden getirilen farklı renk ve dokudaki mermerlerle yapılmıştır. Korint tarzı başlıklar, Bizans işçiliğinin zarafetini gözler önüne sererken, sütun aralarındaki kemer yapıları iç mekânda derinlik ve görsel denge sağlar.


Osmanlı Hat Sanatı ve İslami Unsurlar


1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte Ayasofya camiye çevrildiğinde, iç mekâna İslami hat levhaları yerleştirildi. Bu levhalar, dönemin büyük hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. Ana kubbenin altına yerleştirilen sekiz büyük dairede Allah, Muhammed, dört halife ve Hasan ile Hüseyin’in isimleri yer alır. Bu levhalar 7.5 metre çapındadır ve dünyanın en büyük hat levhaları arasında gösterilir. Ayrıca mihrap, minber ve müezzin mahfili de Osmanlı dönemi eserleri olup, ince taş işçiliğiyle dekore edilmiştir.


Bizans Mozaikleri ve Melek Figürleri


Ayasofya’nın iç mekânında halen görülebilen Bizans dönemine ait mozaikler, Hz. Meryem, Hz. İsa ve çeşitli aziz figürlerini betimlemektedir. Bu mozaikler 9. ve 13. yüzyıllar arasında yapılmıştır. Kubbenin dört köşesinde bulunan altı kanatlı serafim figürleri, Ayasofya’nın dini kimliğini yansıtan en eski görsellerden biridir. Osmanlı döneminde yüzleri örtülmüş, son restorasyonlarda bu örtüler koruma amaçlı bırakılmıştır. Ayasofya’nın içi, devasa bronz avizelerle aydınlatılır. Bu avizeler hem mimariyle uyumlu hem de tarihî atmosferi destekleyen dekoratif unsurlardır. Kandil ve mumların zamanla yerini elektrikli sistemlere bırakmasıyla birlikte, bu avizeler günümüzde modern ama geleneksel tarzda aydınlatma sunar.

 

Ziyaret Bilgileri ve Kurallar

• Ayasofya Camii’ne giriş ücretsizdir.

• Namaz saatlerinde sadece ibadet için gelenler kabul edilir.

• Turist ziyaretleri namaz saatleri dışında gerçekleşir.

• Kadın ve erkek ziyaretçilerin uygun kıyafet giymesi istenir.

• Fotoğraf çekimine izin verilmektedir, ancak flaş kullanımı yasaktır.

 

 

Kaynak: Berna ALTINOVA