Yeni bir bilimsel araştırma, Ay’ın yüzeyinde yer alan binlerce kraterin, dünya ekonomisini etkileyecek ölçüde değerli maden rezervleri barındırdığını ortaya koydu. Özellikle platin, iridyum ve paladyum gibi metallerin tespit edildiği bu alanlar, Ay’ı adeta dev bir maden hazinesine dönüştürüyor.

6.500 Krater Değerli Madenlerle Dolu
Planetary and Space Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, çapı 1 kilometreden büyük olan 1,3 milyon Ay kraterinden 6 bin 500’ü, cevher yüklü asteroitlerin çarpması sonucu oluştu. Bu kraterlerin çoğu, yeryüzünde oldukça nadir ve pahalı olan platin grubu elementler açısından zengin.
Araştırmacılar, bu cevherlerin yer altındaki toplam değerinin 1 trilyon dolar civarında olabileceğini belirtiyor. Bu miktar, hem Dünya ekonomisinde büyük bir rol oynayabilir hem de uzay araştırmaları için yeni bir finansman kapısı aralayabilir.
Uzay Madenciliği Mümkün mü?
Araştırmayı yürüten astrofizikçi Jayanth Chennamangalam, New Scientist’e yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Uzay kaynaklarını ekonomik değere dönüştürebilirsek, özel sektör Güneş Sistemi’nin keşfine yatırım yapar. Ay’daki kraterler, uzak asteroitlerden çok daha kolay erişilebilir.”
Chennamangalam’a göre, Ay’da değerli maden içeren krater sayısı, Dünya’ya yakın asteroitlere göre çok daha fazla olabilir. Bu durum, Ay’ı uzay madenciliği açısından stratejik bir nokta haline getiriyor.
Hukuki Belirsizlik Devam Ediyor
Ancak bu muazzam potansiyelin önünde yasal engeller bulunuyor. 1967’de imzalanan Dış Uzay Anlaşması, herhangi bir ülkenin Ay ya da diğer gök cisimleri üzerinde mülkiyet iddia etmesini yasaklıyor. Bu da devletler ve özel şirketler için “Ay’dan kaynak çıkarma” konusunda gri bir alan yaratıyor.
New Scientist’e göre, bu yasa hâlen geçerli ve madencilik faaliyetlerinin nasıl yürütülebileceği konusunda uluslararası düzeyde net bir düzenleme bulunmuyor.
Uzay Yarışı Yeni Bir Boyuta Taşınıyor
Ay’daki maden rezervlerinin varlığına dair bulgular, yalnızca bilimsel değil, ekonomik ve jeopolitik anlamda da yeni sorular doğuruyor. Gözler şimdi, bu potansiyelin nasıl değerlendirileceğine ve uluslararası düzenlemelerin nasıl şekilleneceğine çevrildi.