Kına bugün düğünlerde, geleneksel törenlerde ve saç bakımında kullanılan doğal bir ürün olsa da, tarihsel serüveni insanlık uygarlığı kadar eski kabul edilmektedir. Arkeolojik bulgular, kınanın kullanımının MÖ 3000’lere, yani yaklaşık 5 bin yıl öncesine dayandığını göstermektedir. Antik Mısır’da yapılan kazılarda firavunlara ait mumyaların tırnaklarında ve saçlarında kına izlerine rastlanmıştır. En dikkat çekici bulgu ise, II. Ramses’in mumyasında görülen kızıl tırnak izleridir.

Eski Mısırlılar, kınayı yalnızca süs için değil, ölümden sonraki yaşama “güzel ve diri” bir şekilde geçme inancının parçası olarak kullanmıştır. Ayrıca sıcak iklim koşullarında kınanın serinletici etkisi olduğu düşünülmüş, işçiler ve günlük yaşamdaki halk tarafından da yaygın şekilde tercih edilmiştir.

Kınanın tarihine ışık tutan önemli kaynaklardan biri de Mezopotamya’dır. Sümer ve Akad dönemine ait bazı kil tabletlerde kınanın “yarayı temizleyici, böcek kovucu ve serinletici” özellikleri nedeniyle tercih edildiği belirtilmektedir. Özellikle çöl sıcaklığında çalışan işçilerin, avuç içlerine ve ayak tabanlarına kına sürdüğü kayıt altına alınmıştır.

Mezopotamya toplumlarında kına yalnızca bir boya değil, aynı zamanda korunma ve temizlik amacıyla kullanılan doğal bir tıbbi malzeme olarak görülmüştür. Bugün dünyanın en yaygın kına geleneği olarak bilinen “mehndi”, tarihsel olarak Hindistan ve Pakistan bölgesinde ortaya çıkmıştır. Yapılan kazılar, bölgede MÖ 2000’lere tarihlenen kına kapları ve desen kalıpları bulunduğunu göstermektedir. Bu bulgular mehndi’nin en az 4 bin yıldır bir süsleme dili olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Kına burada yalnızca düğünlerin değil, doğum, bayram, bereket ritüeli ve dini törenlerin de merkezindedir. Geleneksel desenlerde kuş, lotus, güneş, bereket motifi ve koruma sembolleri bulunur. Kınanın Anadolu’daki varlığı, Türklerin Orta Asya bozkır kültürüne dayanan köklü gelenekleriyle şekillenmiştir. Tarihsel kaynaklara göre kına, eski Türk topluluklarında hem savaş hazırlığının hem de toplumsal ritüellerin önemli bir parçasıydı. Savaşa çıkmadan önce atların ve savaşçıların ellerine kına yakılır, bunun güç, cesaret ve adanmışlık duygusunu pekiştirdiğine inanılırdı.

Aynı dönemlerde kına, koruyucu bir işaret olarak da görülür; özellikle çocukların avuç içlerine küçük bir kına izi bırakılarak onların kötü ruhlardan ve görünmeyen tehlikelerden korunacağı düşünülürdü. Tıbbi amaçlarla kullanımı da oldukça yaygındı. Eski Türk hekimliği kaynaklarında kına, yanık, tahriş ve mantar benzeri cilt sorunlarında doğal bir ilaç olarak tanımlanır ve deriyi güçlendiren bir karışım olarak hazırlanırdı. Türklerin Anadolu’ya göçüyle birlikte bu alışkanlıklar yerel kültürlerle bütünleşmiş, zamanla gelin kınası, asker kınası ve adak kınası gibi ritüellerin temelini oluşturmuştur.

Anadolu’nun birçok bölgesinde kına, kış hazırlıklarından dini törenlere kadar geniş bir yelpazede yer alır. Osmanlı dönemine ait bazı kayıtlar, kınanın hem saç boyası hem de tıbbi karışım olarak kullanıldığını göstermektedir. 16. yüzyıla ait tıp kitaplarında, kınanın “deriyi güçlendiren, serinletici ve mikrobu azaltıcı” etkileri ayrıntılı şekilde anlatılmıştır.

Gelin kınasının Osmanlı’da yaygın bir gelenek hâline gelmesi ise 17. yüzyıla tarihlenmektedir. Bu dönemde gelinin avuç içine yakılan kına, hem bereket hem de yeni bir hayata geçişin sembolü olarak kabul edilmiştir. Kına bitkisinin asıl gücü, yapraklarındaki “lawsone” pigmentinden gelir. Bu pigment ısı ve sıvıyla birleştiğinde deriye ve saç teline tutunur. İlginç olan, 5 bin yıl önce kullanılan kına ile bugün kullanılan kınanın kimyasal yapısının değişmemiş olmasıdır.

Kınanın kimyasal içermeyen yapısı, onu tarihin her döneminde güvenli bir boya olarak ön plana çıkarmıştır. 19. yüzyılda Avrupa’da bile “Oriental Henna” (Doğu Kınası) adıyla popüler bir ürün hâline gelmiştir. Kına bugün hâlâ hem töresel hem estetik hem de sağlık amaçlı kullanılan doğal bir üründür. Kimyasal boya içermeyen saç boyaları arasında öne çıkması, doğala dönüş eğiliminin sonucu olarak görülmektedir. Estetik dünyasında mehndi desenleri yeniden yükselişe geçerken, Anadolu geleneğindeki kına geceleri modern detaylarla harmanlanarak sürdürülmektedir. Kökleri Antik Mısır’dan Mezopotamya’ya, Hint kültüründen Orta Asya’ya kadar uzanan bu doğal boya, binlerce yıldır insan yaşamının hem günlük hem törensel alanlarında varlığını korumayı başarmaktadır.