Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Güngören Köyü’nde yer alan Mor Gabriel Manastırı, Hristiyan dünyasının en eski manastırlarından biri olarak kabul edilmektedir. Halk arasında “Deyrulumur” olarak da bilinen yapı, 397 yılında Mor Şmuel (Samuel) ve Mor Şemun (Simeon) adlı iki Süryani keşiş tarafından inşa edilmiştir. Bu iki keşiş, bölgedeki inançlı toplulukları bir araya getirmek, ibadet ve eğitim için bir merkez oluşturmak amacıyla yola çıkmış; sonunda Mezopotamya’nın taşları arasına ışık saçan bir yapı inşa etmişlerdir. Mor Gabriel Manastırı, sadece bir ibadet mekânı değil, aynı zamanda Süryani Ortodoks kültürünün beşiği olarak yüzyıllar boyunca bölgeye yön vermiştir. Kurulduğu dönemden itibaren teoloji, felsefe ve bilim alanlarında eğitim veren bir merkez haline gelen manastır, zamanla Doğu Hristiyanlığının en önemli ruhani merkezlerinden biri olmuştur.

Mor Gabriel Manastırı, kuruluşundan bu yana Süryani Ortodoks Patrikliği’ne bağlı kalmış ve bölgedeki Süryani halkı için bir tür “ruhani başkent” işlevi görmüştür. 6. ve 7. yüzyıllarda burada eğitim gören keşişler, Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerine giderek Hristiyanlığın erken dönem öğretilerini yaymışlardır. Bu dönemlerde manastırın içinde kurulan medrese benzeri eğitim yapıları, Süryani ilahiyatının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Aynı zamanda Mor Gabriel, el yazması eserlerin çoğaltıldığı, dua kitaplarının Süryaniceye çevrildiği bir ilim yuvası olarak da öne çıkmıştır. Bugün manastırın kütüphanesinde yer alan bazı el yazmaları, 6. yüzyıldan günümüze ulaşabilmiş en eski Süryanice metinler arasında sayılmaktadır.

Bu özelliğiyle manastır, sadece dini bir mekân değil, aynı zamanda tarihsel bir arşiv niteliği taşımaktadır. Mor Gabriel Manastırı, Mezopotamya taş işçiliğinin en görkemli örneklerinden birini temsil etmektedir. Sarı kalker taşından yapılan duvarlar, gün ışığına göre renk değiştirerek manastıra bambaşka bir atmosfer kazandırır. Avlular, kemerli geçitler ve yüksek kubbeler, hem inanç hem de estetik duygunun birleşimini gözler önüne serer. Manastırın ana kilisesi olan Mor Gabriel Kilisesi, görkemli kubbesiyle yapının merkezinde yer alır.

Bu kilisede sabah ayinleri yapılır, dualar Süryanice okunur ve gelen ziyaretçiler sessizliğin içinde yankılanan ilahileri duyar. Kilisenin duvarları boyunca uzanan taş kabartmalar, yüzyıllar öncesinden gelen sanat anlayışını yansıtır. Manastırın ikinci önemli yapısı Meryem Ana Kilisesi’dir. Bizans döneminden kalma bu bölümde taş sütunlar ve oyma haç motifleri, dönemin mimari zarafetini sergiler. Manastırın arka bölümlerinde keşiş hücreleri yer alır. Bu hücrelerde yüzyıllar boyunca inzivaya çekilen din adamları yaşamış, dua ve sessizlik içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Manastırın taş mimarisinde dikkat çeken bir diğer unsur ise kubbelerin içten içe yükselen ritmik yapısıdır. Güneş ışığı belirli saatlerde taş duvarlara vurduğunda, içeride mistik bir aydınlık oluşur. Bu görüntü, Mor Gabriel’i yalnızca bir yapı olmaktan çıkarır, onu adeta yaşayan bir dua haline getirir.

Mor Gabriel Manastırı, tarih boyunca birçok uygarlığın hüküm sürdüğü topraklarda varlığını korumayı başarmıştır. Bizans, Arap, Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde farklı kültürlerin egemenliği altına giren manastır, hiçbir dönemde ibadet geleneğini kaybetmemiştir. Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet, manastıra berat göndererek koruma altına alınmasını sağlamıştır. Bu gelenek, sonraki dönemlerde de sürmüş; Osmanlı yönetimi manastıra karşı her zaman saygılı bir tutum sergilemiştir.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise Mor Gabriel, Türkiye sınırları içindeki en aktif Süryani manastırı olarak varlığını sürdürmüştür. 20. yüzyılda bölgede yaşanan zorluklara, göçlere ve nüfus azalmalarına rağmen manastır hiçbir zaman kapanmamış, ayinler ve eğitim faaliyetleri kesintisiz devam etmiştir. Bu özelliğiyle Mor Gabriel, inanç direncinin en güçlü sembollerinden biri haline gelmiştir. Bugün Mor Gabriel Manastırı, hem yerli hem de yabancı turistlerin yoğun ilgisini görmektedir. Ziyaretçiler sadece tarihi taş yapıları değil, aynı zamanda manastırın yaşayan ruhunu da deneyimlemektedir.

Avluda yürürken Süryanice duaların yankısı duyulur, taş duvarlara sinmiş kadim bir sessizlik hissedilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen restorasyon çalışmaları, manastırın özgün mimarisine zarar vermeden yapılmış ve yapı UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmıştır. Bu gelişme, sadece manastırın değil, bütün Süryani kültürel mirasının geleceğe taşınması açısından da büyük bir adım olarak görülmektedir. Manastır, aynı zamanda Süryani toplumunun dini bayramlarında dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilere ev sahipliği yapmaktadır. Paskalya ve Noel dönemlerinde yapılan özel ayinlerde manastırın avlusu yüzlerce mumla aydınlanır, dualar sabaha kadar sürer. Bu görüntü, hem inanç hem de tarih açısından eşsiz bir atmosfer sunar.

2000’li yıllarda Mor Gabriel Manastırı’nın çevresindeki bazı arazilerle ilgili mülkiyet davaları gündeme gelmiştir. Bu süreçte hem Türkiye’deki hem de uluslararası alandaki sivil toplum kuruluşları manastırın korunması için ortak çağrılar yapmıştır. Sonunda sürecin büyük bölümü çözüme kavuşmuş ve manastır, Süryani Vakfı’nın koruması altında faaliyetlerine devam etmiştir. Bu dönem, Mor Gabriel’in sadece taş bir yapı değil, aynı zamanda bir dayanışma sembolü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Süryani halkı için manastır, kimliğin ve köklerin somut bir ifadesidir. Mor Gabriel Manastırı, Mardin taşlarının sarı sıcaklığıyla parlayan bir dua mekânı olmanın ötesinde, Anadolu’nun çok kültürlü geçmişinin yaşayan bir belgesidir. Her sabah güneş doğduğunda, manastırın taş kubbeleri altın rengine bürünür; Süryanice ilahiler gökyüzüne yükselir. Bu manzara, bin altı yüz yıldır hiç değişmemiştir.

Mor Gabriel’in efsaneleri ve halk inanışları

Mor Gabriel Manastırı sadece taşlardan değil, yüzyılların aktardığı inançlardan da örülmüştür. Midyat ve çevresindeki halk arasında, manastırın kubbesine her sabah vuran ilk ışığın “Tanrı’nın selamı” olduğuna inanılır. Rivayete göre bu ışık hiçbir gün eksik olmaz; bulutlu havalarda dahi kısa bir anlığına manastırın kubbesine dokunur. Bu durum, “Tanrı’nın ışığı Mor Gabriel’den başlar” sözüyle halk diline yerleşmiştir.

Yine yörede anlatılan bir başka efsaneye göre, 1600 yıl önce keşişler Mor Şmuel ve Mor Şemun manastırı inşa ederken bölgede şiddetli bir kuraklık yaşanmıştır. Günlerce süren susuzluk sonrası keşişler dua etmiş, o sırada manastırın bulunduğu tepenin eteklerinden bir su kaynağı fışkırmıştır. Bu suyun “kutsal” olduğuna inanılır ve yüzyıllar boyunca çevredeki köy halkı bu suyu şifa niyetiyle içmiştir.

Bazı yaşlı Süryani kadınları ise manastırın taşlarına el sürmenin bereket getirdiğini söyler. Özellikle Paskalya sabahı, manastırın ana avlusunda taşlara dokunup dua etmek, gelecek yılın huzurlu geçeceğine dair bir gelenek haline gelmiştir. Bu gelenek, manastırın sadece bir ibadet merkezi değil, aynı zamanda yaşamla ölüm, umutla dua arasındaki ince çizgiyi temsil eden bir sığınak olduğunun göstergesidir.