Trabzon’un Maçka ilçesinde, Karadağ’ın sarp kayalıkları arasında konumlanan Sümela Manastırı, yalnızca bir dini yapı değil, Anadolu’nun kültürel hafızasında yüzyıllardır varlığını sürdüren bir inanç sembolü olarak kabul ediliyor. Tarihi, mimarisi ve efsaneleriyle ziyaretçilerini büyüleyen manastır, Doğu Karadeniz’in en önemli turizm duraklarından biri olmaya devam ediyor.
Dağın kalbinde doğan bir efsane
Sümela Manastırı’nın kuruluşu, Bizans İmparatorluğu dönemine kadar uzanıyor. Rivayete göre Atina’dan gelen iki keşiş, Barnabas ve Sophronios, rüyalarında Meryem Ana’yı görür. Rüyalarında gördükleri yere geldiklerinde, bugünkü Sümela’nın bulunduğu kayalık yamacında Meryem Ana’nın ikonasıyla karşılaşırlar. Bu kutsal sembolün bulunduğu mağaraya ilk şapeli inşa ederler. Yıl, milattan sonra 386’dır. Bu tarih, manastırın hem efsanevi hem de tarihi başlangıç noktası kabul edilir. Bu küçük mağara tapınağı zamanla çevresine eklenen yapılarla büyümeye başlar. 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus’un talimatıyla manastır genişletilir. O dönemde imparatorun komutanlarından Belisarios’un Trabzon’a gönderilerek yapıyı onarttığı kaynaklarda yer alır. Böylece Sümela, Doğu Karadeniz’in en önemli dini merkezlerinden biri haline gelir.
İmparatorlukların himayesinde yükselen bir yapı
Sümela Manastırı, özellikle 13. yüzyılda kurulan Trabzon İmparatorluğu döneminde büyük bir gelişme sürecine girer. III. Alexios döneminde (1349–1390) manastır, hem maddi hem manevi desteklerle büyür. Bu dönemde fresklerle süslenmiş ana kilise bölümü tamamlanır, rahiplerin yaşam alanları genişletilir, su kemerleri ve kütüphane bölümleri inşa edilir. Aynı zamanda manastıra vergi muafiyeti ve gelir bağışı gibi ayrıcalıklar tanınır. Bu dönemde Sümela, yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda eğitim ve düşüncenin de merkezi olur. Bizans aristokrasisinin çocukları burada eğitim alır, manastır çevresinde kopyalanan dini metinler Karadeniz’in dört bir yanına yayılır.
1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethetmesiyle birlikte bölge Osmanlı topraklarına katılır. Ancak Osmanlı yönetimi, Sümela Manastırı’nın dini önemine saygı gösterir. Fatih Sultan Mehmet, manastıra dokunulmayacağına, keşişlerin ibadetlerine devam edebileceğine dair ferman verir. Bu tavır, yüzyıllar boyunca sürecek bir hoşgörü geleneğinin başlangıcı olur. Daha sonraki dönemlerde, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve III. Ahmed dönemlerinde de manastıra çeşitli imtiyazlar tanınır. Osmanlı sultanları, Sümela’ya fermanlar göndererek hem yapının korunmasını hem de manastır gelirlerinin güvence altına alınmasını sağlar. 18. ve 19. yüzyıllarda ise yapı yeni fresklerle zenginleştirilir, misafirhane ve kütüphane gibi eklentiler yapılır. Böylece Sümela, Osmanlı döneminde hem dini hem de kültürel yaşamın canlı bir merkezi olmaya devam eder.
Sümela Manastırı sadece taş ve duvardan ibaret değildir. Her köşesi, halk arasında dilden dile aktarılan efsanelerle doludur. En bilinen rivayetlerden biri, manastırın içindeki Meryem Ana ikonasıyla ilgilidir. Söylenceye göre bu ikona, Aziz Luka tarafından yapılmış ve mucizevi güçlere sahip olduğu düşünülmüştür. Bu nedenle manastıra gelen ziyaretçiler, yüzyıllar boyunca dualarını bu ikonanın önünde dile getirmiştir. Bir diğer efsane ise manastırın suyuna dairdir. Kayaların içinden süzülen pınar suyunun şifa verici özellik taşıdığına inanılır. Günümüzde bile bazı ziyaretçiler, bu suyun kutsal olduğuna inanarak beraberlerinde götürmektedir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 1916–1918 arasında Trabzon Rus işgaline uğrar. Bu dönemde Sümela Manastırı büyük zarar görür ve keşişler bölgeyi terk etmek zorunda kalır. 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen nüfus mübadelesiyle birlikte manastır tamamen boşaltılır. Burada görev yapan rahipler, manastırın en kutsal objesi olarak kabul edilen Meryem Ana ikonasıyla birlikte Yunanistan’a göç eder. O ikonanın bugün Yunanistan’daki Nea Soumela Manastırı’nda bulunduğu belirtilmektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Sümela kaderine terk edilir. 1930’lu yıllarda çıkan yangında bazı ahşap bölümler tahrip olur. Ancak taş yapının büyük bölümü ayakta kalır. Yıllar geçtikçe doğanın ve zamanın yıpratıcı etkisiyle manastır kısmen harap hale gelir.
1980’li yıllardan itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan restorasyon çalışmalarıyla Sümela Manastırı yeniden canlandırılmaya başlar. 2015 yılında kaya düşmesi riski nedeniyle ziyarete kapatılan yapı, kapsamlı güvenlik ve restorasyon çalışmaları sonrası 2019 yılında tekrar kapılarını ziyaretçilere açar. Bu süreçte duvar freskleri titizlikle onarılmış, kayalık bölgede özel çelik ağ sistemleriyle koruma sağlanmıştır. Bugün manastır, ziyaretçilerine hem tarihi atmosferini hem de eşsiz doğa manzarasını birlikte sunuyor.
Sümela Manastırı’nın en önemli bölümü, Meryem Ana Kilisesi olarak bilinen ana yapıdır. Bu kilisenin duvarlarını süsleyen fresklerde, İncil’den sahneler, melek tasvirleri ve Meryem Ana betimlemeleri bulunur. Renklerin canlılığını yüzyıllar sonra bile koruyabilmiş olması, Bizans sanatının ustalığını gözler önüne serer. Manastırın diğer bölümlerinde ise keşiş hücreleri, mutfak, kütüphane, misafir odaları ve gizli geçitler yer alır. Yapı, kayalığın içine oyulmuş olmasıyla dünyanın sayılı manastır mimarilerinden biridir. Yaklaşık 1.200 metre yükseklikteki konumu sayesinde hem manevî hem mimari açıdan “göğe yakın” bir mekân olarak tanımlanır. Sümela Manastırı, 2000’li yıllardan bu yana UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor. Türkiye’nin kültürel mirasları arasında özel bir yere sahip olan yapı, yalnızca Hristiyan dünyası için değil, tüm insanlık için ortak bir kültürel değeri temsil ediyor. Her yıl on binlerce turistin ziyaret ettiği manastır, Karadeniz turizminin en güçlü sembollerinden biri haline gelmiş durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın son açıklamalarına göre, manastırın çevresinde yürüyüş yolları, seyir terasları ve ziyaretçi merkezleriyle altyapı çalışmaları tamamlanarak bölgeye erişim kolaylaştırılmış durumda. Böylece Sümela artık yalnızca bir dini ziyaret noktası değil, doğa tutkunlarının da ilgisini çeken bir yer haline geldi.