Uzun yaşamın sırrı ne? Bazı insanlar neden 100 yıl yaşayabiliyor?  Dünya genelinde 100 yaşını aşan insanların sayısı her geçen yıl artıyor. Ancak bu özel gruba ait bireylerin büyük çoğunluğu yalnızca birkaç ülkede yaşıyor. Japonya, 100 yaş üstü birey oranında açık ara önde. Ülkede her 100 bin kişiye yaklaşık 100 asırlık birey düşüyor.

Japonya’daki uzun yaşamın ardında sadece genetik faktörler değil; sosyal yapı, sağlık sistemi ve yaşam tarzı gibi çok yönlü etkiler var. Japon kadınlarının ortalama ömrü 88, erkeklerin ise 82 yıl olması, bu ülkenin sağlıklı yaşlanma konusundaki başarısını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Uzun Yaşamın Coğrafi Dağılımı

Dünya üzerinde insanların olağanüstü uzun yaşadığı yerler var. Okinawa (Japonya), Sardunya (İtalya), Ikaria (Yunanistan) ve Nicoya (Kosta Rika) bu bölgeler arasında yer alıyor. Bu coğrafyalarda yaşayan bireylerin ortak özellikleri ise dikkat çekici:

  • Bitki ağırlıklı beslenme
  • Günlük düşük düzeyde stres
  • Düzenli fiziksel hareket
  • Güçlü sosyal bağlar
  • Anlamlı bir yaşam amacı (ikigai gibi)

Bu bölgeler, uzun yaşamın yalnızca genetik mirasa bağlı olmadığını; çevresel ve yaşam tarzı faktörlerinin de büyük rol oynadığını sanki kanıtlar gibi.

Japonların Uzun Yaşam Sırrı Nedir?

Japonya’da uzun ömürle ilişkilendirilen bazı temel faktörler arasında Japon mutfağı, taze sebzeler, deniz ürünleri, fermente gıdalar ve düşük yağ oranıyla dikkat çeker. Omega-3 bakımından zengin balık tüketimi, antioksidan içeren yeşil çay ve lifli gıdalar uzun yaşamı destekleyen başlıca unsurlar arasında yer alır.

Günlük yaşamlarında fiziksel aktiviteye büyük önem veren Japonlar, yürüyüş, bahçecilik ve geleneksel egzersizlerle formda kalır. Bu alışkanlıklar, kas ve eklem sağlığına katkı sağlar. Japonya’nın kapsamlı sağlık sistemi, erken teşhis ve etkili tedavi imkânları sunar. Bu durum, kronik hastalıkların erken yönetimini ve kaliteli yaşlanmayı mümkün kılar. Toplumsal aidiyet, aile bağları ve topluluk içi ilişkiler Japon kültürünün temel taşlarındandır. Yalnızlık, yaşlı bireyler arasında daha az görülür. Bu da mental sağlığı olumlu etkiler. "Ikigai" kavramı, Japonların hayatta bir amaç edinmesini sağlar. Bu, zihinsel sağlık ve yaşam doyumu açısından önemli bir faktördür.

Uzun yaşam üzerine yapılan araştırmalar, çevresel faktörlerin genetikten daha büyük rol oynayabileceğini gösteriyor. Uzmanlar, 100 yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürmenin bazı temel alışkanlıklarla mümkün olabileceğini belirtiyor. 

Mesela; haftada en az 150 dakika orta düzeyde fiziksel aktivite öneriliyor. Rafine şekerden uzak, sebze ve tam tahıl ağırlıklı beslenme öne çıkıyor. Günde ortalama 7-8 saat uyumak bağışıklık ve zihinsel sağlık için kritik. Rafine şekerler, beyaz un mamüller erken yaşlanma ve kronik hastalık riskini artırıyor ve bu bilinen bir gerçek. Japonya örneği, 100 yaşına sağlıklı biçimde ulaşmanın mümkün olduğunu kanıtlıyor. Genetik miras önemli olsa da; dengeli beslenme, aktif yaşam, sosyal ilişkiler ve sağlıklı yaşam ortamı gibi faktörler belirleyici.

Şimdi Osho’nun Anlattığı Akıllarda Kalıcı Bir Mesel Anlatalım…

Adamın biri 100 yaşını devirince ölüm meleği gelmiş ve onun canını almak istediğini söylemiş. Hikaye bu ya! Adam ağlamaya ve yalvarmaya başlamış. Ne olur biraz daha zaman ver diye. Canı almaya gelen melek de “eğer birisi kendi ömründen sana bağışlarsa olur” demiş. Adam çocuklarına dönmüş ve onlardan çaresizce ömür istemiş.  Epey yaşlanmış olan en büyük oğlu, bu isteği kabul etmiş ve babasına kalan ömrünü bağışlamış. 

Aradan 100 yıl daha geçmiş ve ölüm meleği yine gelmiş. Yaşlı adamcağız yine büyük bir korkuya kapılmış ve biraz daha zaman istemiş. Bu kez adamın ikinci oğlu kalan ömrünü bağışlamış. Böylece yaşlı adamın ömrü 100 yıl daha uzamış. Bu şekilde adam hikayeye göre bin yıl yaşamış ve sonunda yine ölüm meleği kapıya dayanmış.

Yaşlı adam yine ağlamaya başlamış ve ben henüz hayata doyamadım, zaman su gibi geçti demiş. Onu gören küçük oğlu daha 20 yaşındaymış ve babasının çaresizce ağlamasına dayanamamış. İleri atılmış ve

ben ömrümü bağışlıyorum, öyle görünüyor ki babam 100 bin yıl daha yaşarsa yine doyamayacak yine ömür isteyecek. Bu benim de başıma gelecek. İyisi mi erken gidip kurtulayım” demiş.

Böyle bir olay gerçekte yaşanmamış elbette ama hikaye aslında çok derin. Çünkü; 

İnsan sonsuza kadar yaşamaya hayır demez. Eğer çileli bir yaşam sürmüyorsa sonsuza dek yaşamak ister. Fakat bedenin biyolojik bir ömrü var ve ömür bitince beden ölmek zorunda. Ölümsüz olan Ruh ise bedende barınamaz ve bedeni terk etmek zorunda kalır. Çelişki burada başlıyor.

Ölümsüz olmak isteyen varlık; zaten doğası gereği ölümsüz olan ruhtur. Ruh, bedenle kendini özdeşleştirdiğinde, - bedene yapıştığında- yani ölümsüz olan, ölümlü bedeniyle bir olmaya çalıştığında acı kaçınılmaz olacaktır. Ölümsüz olan ruh, ölümlü olan bedenle özdeş olmaya çalıştığı için acı çekiyordur. Oysa kişi,  geçici bir süre bedeni deneyimlediğinin farkında olmalı. Ömür bittiğinde bu olguyu olgunlukla ve dinginlikle, şükran duyguları içinde  karşılayabilmeli.

 

Bu kadar felsefeden sonra sizin bu konudaki düşüncelerinizi alalım…

Kaynak: Haber Merkezi