Mardin’in doğusunda yer alan Deyrulzafaran Manastırı, Güneş Tapınağı’ndan manastıra uzanan binlerce yıllık geçmişiyle Süryani Ortodoks kültürünün simgesi haline gelmiştir. Mezopotamya ovasına bakan konumu, taş işçiliği ve kutsal atmosferiyle dikkat çeken yapı, yüzyıllar boyunca patriklerin merkezi olarak kullanılmıştır. Günümüzde hem dini merkez hem de turistik bir miras olarak ziyaretçilere açık durumdadır.

Mardin’in doğusunda, güneşin her sabah taş duvarlarını altın rengine boyadığı bir tepe vardır. Bu tepenin zirvesinde, bin beş yüz yıldır duaların yankılandığı, zamanın aşındıramadığı bir mabet yükselir: Deyrulzafaran Manastırı. Adını, duvarlarını sarıya çeviren safran tonundan alan bu yapı, yalnızca bir manastır değil; Süryani Ortodoks inancının kalbinin attığı, Mezopotamya’nın çok katmanlı tarihinin sessiz tanığıdır.

Güneşin tapınağından manastıra uzanan kadim hikâye

Deyrulzafaran’ın hikâyesi, Mardin’in tarihini şekillendiren uygarlıklar kadar eskidir. Arkeolojik veriler, yapının bulunduğu alanda M.Ö. 5. yüzyıla ait bir Güneş Tapınağı bulunduğunu ortaya koyar. O dönemde bölge halkı, güneşin yaşam kaynağı olduğuna inanır ve tapınak, gökyüzüne adanmış duaların merkezidir. Roma döneminde bölgeye gelen askerler, tapınağın temelleri üzerine askeri garnizon kurar. Ancak 5. yüzyılda bölgeye yerleşen Süryani keşişler, bu alanı dönüştürerek burayı bir manastır haline getirir. Güneş’e adanmış tapınaktan Tanrı’ya adanmış manastıra dönüşen bu geçiş, Mezopotamya’da inançların birbirine nasıl evrildiğinin de bir göstergesidir.

Halef 10. bölüm full HD tek parça izle! NOW Halef son bölüm
Halef 10. bölüm full HD tek parça izle! NOW Halef son bölüm
İçeriği Görüntüle

Süryani Patrikliği’nin kalbi

Deyrulzafaran, 493 yıl boyunca Süryani Ortodoks Patrikliği’nin merkezi olarak hizmet vermiştir. Bu süre boyunca onlarca patrik burada göreve başlamış, binlerce el yazması metin burada çoğaltılmış, Süryani dili ve kültürü korunmuştur. Patrikhane 1932’de Şam’a taşınsa da, Deyrulzafaran hâlâ Süryani dünyasının manevi başkentlerinden biri olarak kabul edilir. Manastırın avlusuna adım atan herkes, ilk olarak sessizliği duyar. Ardından taş duvarlara çarpan çan sesi yankılanır. Bu sessizlik, yalnızca bir ibadet alanının değil, bir kültürün binlerce yıllık direnişinin de sembolüdür.

Taşların diliyle konuşan mimari

Mardin’in sarı kalker taşından yapılan Deyrulzafaran, üç ana bölümden oluşur: Güneş Tapınağı, Azizler Evi ve Meryem Ana Kilisesi.

Tapınak bölümünün tavanı, hiçbir harç kullanılmadan ustalıkla yerleştirilmiş taşlarla örülmüştür. Bu yapı sistemi, hem Roma hem de erken Hristiyan dönemine ait taş işçiliğinin en nadide örneklerinden biridir. Meryem Ana Kilisesi, içerideki ikonalar, sütun kabartmaları ve el yazması İncil sayfalarıyla ziyaretçiyi büyüler. Azizler Evi’nde ise geçmişte görev yapmış patriklerin kemikleri saklanır. Bu kemikler, Süryani inancında kutsal sayılır ve ibadetlerde anılır. Manastırın dış cephesinde kullanılan taşların gündüz sarıya, akşam kızıl renge dönmesi, Deyrulzafaran’a mistik bir atmosfer kazandırır. Güneşin her doğuşu, manastırın yeniden canlanışı gibidir.

Bilginin ve inancın harmanlandığı merkez

Yüzyıllar boyunca Deyrulzafaran, sadece bir ibadet yeri değil; aynı zamanda bir ilim merkezi olmuştur. Süryani keşişleri burada din, dil, astronomi ve tıp gibi alanlarda eğitim vermiştir. El yazması kitaplar Süryanice’den Arapça’ya, Yunanca’dan Latince’ye çevrilmiş, birçok kadim bilginin bugüne ulaşması bu duvarlar sayesinde mümkün olmuştur. Bugün manastırda hâlâ Süryanice eğitimi verilmektedir. Genç rahip adayları, hem teolojik bilgiler öğrenmekte hem de Süryani edebiyatının klasik eserlerini okumaktadır. Bu yönüyle Deyrulzafaran, bir “yaşayan kültür mirası” niteliği taşır.

Mezopotamya manzarasına karşı dua

Manastırın arka cephesi, Mezopotamya ovasına doğru uzanır. Ziyaretçiler, manastırın terasından baktığında kilometrelerce uzanan bir tarih sahnesiyle karşılaşır. Göz alabildiğine uzanan bu manzara, insanı hem geçmişe hem de maneviyata davet eder. Deyrulzafaran’da gün doğumunu izlemek, adeta bir ritüeldir. Sabahın ilk ışıkları manastırın taşlarına vurduğunda, ziyaretçiler sessizce durur; kimisi dua eder, kimisi sadece o anın dinginliğini yaşar. Bu atmosfer, Mardin’in “güneşle doğan şehir” unvanını da pekiştirir.

Restorasyonla yeniden hayat bulan taşlar

Zaman içinde rüzgâr, yağmur ve depremler nedeniyle yıpranan manastır, 2000’li yıllardan itibaren kapsamlı restorasyon çalışmalarıyla güçlendirilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle yürütülen çalışmalarda, taş dokular korunmuş, ikonalar aslına uygun olarak yenilenmiştir. Süryani Vakfı tarafından yapılan düzenlemeler sayesinde ziyaretçilerin erişimi kolaylaştırılmış, müze bölümü genişletilmiş ve manastırın çevresine bilgilendirme panoları yerleştirilmiştir. Böylece hem dini hem turistik kimliğiyle yapı, çağdaş bir kültür mirası merkezi haline getirilmiştir.

İnanç turizminin gözdesi

Bugün Deyrulzafaran, sadece Mardin’in değil, Türkiye’nin de en çok ziyaret edilen dini yapılarından biridir. Yerli turistlerin yanı sıra Avrupa ve Ortadoğu’dan gelen çok sayıda ziyaretçi, manastırın tarihine ve mistik atmosferine hayran kalmaktadır. Tur rehberleri, genellikle manastırı “Mardin gezilerinin son durağı” olarak belirler. Çünkü gün batımında buradan izlenen Mezopotamya manzarası, tura ruhani bir kapanış hissi verir. Özellikle Paskalya ve Noel dönemlerinde yapılan ayinler, hem Süryani toplumu hem de kültürel meraklılar için önemli bir buluşma noktasıdır.

Sessizliğin ve sabrın mekânı

Deyrulzafaran Manastırı, sadece bir taş yapı değildir. O, sabrın, inancın ve kültürün binlerce yıl süren yolculuğunun sessiz tanığıdır. Her taşında bir dua, her duvarında bir hikâye gizlidir. Yüzyıllardır Mardin’in tepesinde duran bu mabet, insanlara hem kendi içlerine hem de geçmişlerine bakmayı öğretir. Bugün hâlâ sabah ayinlerinde yankılanan Süryanice ilahiler, Mezopotamya rüzgârına karışır. Bu ses, sadece bir inanç geleneğinin değil, insanlığın ortak tarihine ait bir ezgidir.

 

Kaynak: Berna ALTINOVA