Antik Mısır’dan Roma’ya, Osmanlı’dan modern kimya sanayisine uzanan bu yolculuk, diş macununun ve fırçalamanın nasıl bugünkü haline geldiğini gösteriyor. Diş macununun tarihi, modern tüplerden çok önce, toz ve ezme formundaki karışımlarla başlıyor. Antik Mısır’da MÖ 3000’li yıllara kadar uzanan dönemde insanlar, dişlerini temizlemek için çeşitli toz karışımlar kullanıyordu. Kaynaklarda, Mısırlıların iri taneli tuz, kurutulmuş nane, biber ve bazen de öküz toynağı külü gibi malzemeleri ezip diş tozu haline getirdikleri, bu karışımı parmaklarıyla ya da bezlerle dişlerine uyguladıkları aktarılıyor. Benzer şekilde Antik Yunan ve Roma’da da ezilmiş hayvan kemikleri, midye veya deniz kabuğu tozları, kömür, odun külü ve aromatik bitkilerle hazırlanan karışımlar, diş temizliğinde kullanılıyordu.

Bu ilk “diş macunları” bugünkü anlamda bir jel ya da krem değil, daha çok pütürlü, sert, bazen diş minesine zarar verebilen toz karışımlar halindeydi. Ancak dönemin koşulları düşünüldüğünde, kötü nefes kokusunu azaltmak, diş yüzeyindeki artıkları temizlemek ve sosyal hayatta daha kabul edilebilir bir ağız kokusuna sahip olmak için önemli bir adım niteliği taşıyordu.

Diş macunundan önce insanların dişlerini nasıl temizlediği sorusunun en bilinen cevaplarından biri de misvak. Özellikle Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Anadolu coğrafyasında, arak (Salvadora persica) ağacının dal ve köklerinden elde edilen misvak, yüzyıllar boyunca hem dini hem hijyenik açıdan tavsiye edilen bir temizlik aracı olarak öne çıkıyor.

Misvak, uç kısmı lif lif açılarak doğal bir fırça haline getirilen bir dal parçası. İçerdiği doğal florür, kalsiyum ve antibakteriyel bileşenler sayesinde günümüzde bile bazı araştırmalarda diş ve diş eti sağlığı için faydalı olduğu belirtiliyor. İnsanlar misvakı, çoğu zaman herhangi bir macun olmadan, tek başına kullanıyor; diş yüzeyini, aralarını ve dili bu lifli yapı ile temizliyordu. Yani modern diş fırçası ve macunun yaygınlaşmasından çok önce, ağız hijyeni için doğal ve pratik bir yöntem zaten günlük hayatın parçasıydı.

Avrupa’da Orta Çağ ve sonrasında diş bakımı anlayışı, dönem dönem geri plana düşse de diş temizliği tamamen ihmal edilmedi. Asiller ve şehirli kesim, genellikle bezle diş silme yöntemini kullanıyor, dişlerini tuz, kül, tebeşir tozu, kömür veya aromatik otlarla karıştırılmış karışımlarla ovuyordu. Bazı tariflerde bal, sirke veya şarap da bu karışımlara ekleniyor, hem tat hem de antiseptik etki amaçlanıyordu.

Osmanlı coğrafyasında ise misvakın yanı sıra, zaman zaman kokulu diş tozları, gargaralar ve hoş kokulu karışımlar da devreye giriyordu. Toplumlarda ağız kokusunun sosyal ilişkilerdeki önemi, insanların diş temizliğini tamamen bırakmamasını sağlıyor; imkanları ölçüsünde, ellerindeki malzemelerle ağızlarını temiz tutmaya çalıştıkları görülüyor. Bugünkü anlamda “diş macunu”na en çok benzeyen ürünlerin ortaya çıkışı, 19. yüzyıla denk geliyor. 1800’lü yılların başlarında Avrupa ve Amerika’da eczacılar, sabun, tebeşir, gliserin, aromatik yağlar ve çeşitli kimyasal bileşenleri karıştırarak krem formunda diş temizleyiciler hazırlamaya başladı. İlk dönemlerde bu ürünler, küçük kavanozlar içinde satılıyor, kullanıcılar fırçayı bu kavanoza batırarak ürünü alıyordu.

Diş macununun bugünkü tüp formuna geçişi ise 19. yüzyılın sonuna doğru gerçekleşti. 1890’lı yıllarda, o dönem için yeni sayılan katlanabilir metal tüpler, diş macunu için kullanılmaya başlandı. Bu fikir, aslında ressamların boyalarını saklamak için kullandığı tüplerden esinleniyordu. Tüp formu, hem hijyen sağlıyor hem de macunun kurumasını engelliyordu. Zamanla sabun bazlı formüller yerini deterjan benzeri temizleyicilere, özellikle de sodyum lauril sülfat gibi köpürtücü maddelere bırakırken; florürün çürük önleyici etkisinin anlaşılmasıyla birlikte 20. yüzyılda florürlü diş macunları standart hale geldi.

Diş macunundan önce insanların ne yaptığı sorusunun tek bir cevabı yok; çünkü coğrafya, kültür, inanç ve ekonomik durum, ağız temizliği yöntemlerini doğrudan etkiliyordu. İnsanlar, diş macunundan önce genellikle dişlerini; bitki dalları ve misvak benzeri çubuklarla, bez veya parmak yardımıyla, tuz, kül, kömür, tebeşir, ezilmiş kabuk ve kemik tozları gibi malzemelerle, gerektiğinde de su, sirke, şarap veya bitki çaylarıyla ağız çalkalayarak temizlemeye çalışıyordu. Bazı toplumlarda ağız kokusunu bastırmak için karanfil çiğneme, nane yaprağı gibi aromatik bitkileri kullanma alışkanlığı da yaygındı. Diş macununun modern hali olmasa da “ağız hijyeni” ihtiyacı, farklı biçimlerde hep varlığını sürdürdü.

Diş macununun tarihinden söz ederken, diş fırçasını da unutmamak gerekiyor. Bugünkü diş fırçasına benzeyen ilk örneklerin, 15. yüzyılda Çin’de ortaya çıktığı, daha sonra Avrupa’ya yayıldığı biliniyor. Domuz kılı gibi sert kıllar, kemik veya bambu saplara yerleştirilerek ilkel diş fırçaları yapılmış, 18. ve 19. yüzyıllarda bu fırçalar Avrupa’da üretim bandına girmişti. 20. yüzyıla gelindiğinde ise naylon kıllı fırçalar kullanılmaya başlandı ve diş macunu, fırçayla birlikte günlük rutin haline geldi. Yani insanlar önce dişlerini bazen sadece çubuklarla, bazen sadece tozlarla temizlerken, zaman içinde fırça ve macunun birleşmesiyle bugün bildiğimiz diş fırçalama alışkanlığı ortaya çıktı.

Bugün market raflarında gördüğümüz diş macunları, artık sadece diş temizlemeye yarayan basit karışımlar değil. Formüllerine florür, antibakteriyel maddeler, aşındırıcı mikropartiküller, beyazlatıcı bileşenler, diş hassasiyetini azaltan kimyasallar ve farklı aromalar ekleniyor. Çürükleri önlemeyi, diş taşını azaltmayı, nefes kokusunu hafifletmeyi ve estetik görünümü desteklemeyi hedefleyen onlarca çeşit ürün bulunuyor. Ancak tüm bu çeşitliliğe rağmen, binlerce yıl öncesinden bugüne değişmeyen şey, insanların daha sağlıklı ve temiz dişlere sahip olma isteği. Antik Mısır’da tuz ve kül karışımıyla dişlerini ovmaya çalışan insanlar ile bugün florürlü diş macunlarıyla sabah akşam fırçalayanlar, aslında aynı ihtiyacın peşinden gidiyor: Sağlıklı gülüşler ve sosyal hayatta kendini daha rahat hissetmek.