Her şehir, kendine has bir ruh taşır. Samsun’un ruhu ise Karadeniz’in dalgalarında, Kızılırmak ve Yeşilırmak deltalarının bereketinde, sabah serinliğinde çay içen insanların sohbetinde gizli. Çoğu zaman büyük şehirlerin karmaşasında kaybolan bizler için Samsun, aslında dengeli bir yaşamın sembolü.

Sahil boyu kilometrelerce uzanan yürüyüş yollarında adım atarken, bir yanda denizin tuzlu kokusu, diğer yanda ladin ve çam ağaçlarının yeşili eşlik eder. Kuşların göç zamanı deltada oluşturduğu renkli manzaralar, fotoğrafçılar için bir şölen gibidir. Bafra’nın kuş cenneti, Çarşamba’nın bereketli toprakları, Vezirköprü’nün gizli kanyonları… Her biri, Samsun’un aslında sadece bir “şehir” değil, doğayla bütünleşmiş bir yaşam alanı olduğunu hatırlatır.

Samsun denildiğinde çoğu insanın aklına ilk olarak tarih gelir. Ama sadece tarihiyle değil, insanıyla da özel bir şehir burası. Mahalle bakkalında hâlâ veresiye defteri vardır, sahilde bir banka oturduğunuzda yanınıza oturan biri sohbet açabilir, pazarda tanımadığınız biri elinizdeki poşeti taşımaya yardım edebilir. Bu sıcaklık, metropollerde yavaş yavaş kaybolurken Samsun’da hâlâ yaşıyor.

Belki de Samsun’un en büyük özelliği, hızlı yaşamın arasında bir mola vermemizi sağlayabilmesidir. Bir yandan modern kafelerde kahveni yudumlayabilir, diğer yandan birkaç kilometre öteye gidip yaylada sobanın üstünde çay kaynatabilirsin. Bu geçişler, insana şunu hatırlatıyor: hayat sadece hız değil, bazen de durup çevrene bakmaktır.

Kısacası Samsun, siyasetle, tartışmalarla değil; doğasıyla, insanıyla, samimiyetiyle değerli. Belki de bize düşen tek şey, bu güzellikleri fark edip korumak. Çünkü Samsun, sadece yaşayanların değil, yolu bir gün düşen herkesin kalbine dokunmayı başarıyor.