Dünyanın köşeleri olsaydı belki de çekilirdim birine ama yuvarlak diyorlar kendisi için. O yüzden başka köşeler aradık kendimize. Burada yerimi alırken kusurları küsuratlara çeviren, özürlere gark olmuş halleri, bu halleriyle bir tam sayıya yuvarlanmayı bekleyen bir iç döküş köşesi aldı başını gitti kelimelerce.
Kusur kelimesi Arapça eksiklik, noksanlık anlamına gelen ‘ḳuṣūr’ kökünden gelir. Küsarat da aynı şekilde Arapça kökenli olup ‘kusūrāt’ (artakalanlar, tam olmayan parçalar) kelimesinden gelmekte. Birinde ahlaki ya da kişisel eksiklik, diğerinde matematiksel bir eksiklik. Yani biri, tamlığa özlem duyan eksikliklerin insan hali, diğeri ise sayı hali. Ve özür… İşte bu eksikliği kabul etmenin adı.
Kusur insanın içine düşen küçük bir kırık; küsurat ise sayının bile tam olamadığını söyleyen mahcup bir fısıltı. İkisi de bize aynı gerçeği hatırlatır. ‘Hayatta hiçbir şey eksiksiz değildir, ne insan ne hesap.’ Kusurumuzu gördüğümüz an, içimizdeki küsuratı da fark ederiz; tamamlanmış sandığımız cümlelerimizin ardında kalan o küçük ama etkili payı… Özür, kusurun üzerini örtmek değil, kusurun varlığını onurlandırmaktır; ’Ben de kırılganım, ben de eksilebilirim’ diyebilmektir. Belki de özür, kusurun içinden doğan, küsuratı anlamlı bir paya çeviren insani bir matematik…
‘’Vaktiyle, kusurlara tahammülü olmayan bir terzi varmış. En ufak hatayı görür, hemen söylenirmiş. Bir gün en kıymetli kumaşını keserken küçücük bir yırtık görmüş. Çırağına ağzına geleni saymış da saymış. Sonra kumaşı kaptığı gibi mahalledeki bilgeye gitmiş.
-Üstat! Bu küçücük kusur bütün kumaşı bozar!
Bilge gülümseyip altın bir iplik çıkarmış, yırtığın üzerine ince bir nakış işlemiş. Kusur saklanmamış ama göz alıcı bir güzelliğe dönüşmüş.
-Evlat, demiş. ‘ Kusurlarımız küsurat gibidir; hep eksik kalırız. Ama özür dilemek, bu altın iplik gibidir. Hatanı yok etmez, fakat onu güzelleştirir.’
Terzi başını önüne eğmiş:
-Sanırım önce özür dilemem gereken biri var.
Bilge sadece şunu söylemiş:
-Bir özür, kusuru değil gönlü tamir eder.’’
Peki sen, sayın okuyucu, en son ne zaman özür diledin? Hatırlamakta zorlanıyor musun? Unuttuğun, görmediğin, görmek istemediğin, görüp başını çevirdiğin geçmişteki birtakım olayları hatırlaman için başlayalım özür dilemeye. Bu yazı nezdinde kendinden bir parça bulmaman imkansız. Yapabilirsin biliyorum. Hem özür dilemek sadece karşımızdakine değil, kendimize de bir iyiliktir. ‘Evet, insanım. Yanıldım. Ama iyileştirebilirim.’ deme hakkıdır. Vicdanın sesini susturmak yerine ona kulak vermek… İçinde kurumuş bir dal varsa hadi ona su götürelim.
Her sabah karşılaştığın ama günaydın demekten imtina ettiğin komşundan, başını sevmeden yanından geçip gittiğin minik kediden, otobüse binerken başınla bile selam vermediğin otobüs şoföründen, yok yere sesini yükselttiğin çocuğundan, ihmal ettiğin ailenden, hayal kırıklığı yaşattığın eşinden, emeğini görmeyip hakkını yediğin çalışanından, tutamayacağın sözleri verdiğin arkadaşından, borcunu ödemediğin ortağından… Hadi ağız dolusu özürlerini sırala. Kırdıklarından, konuştuklarından, sustuklarından, unuttuklarından, yanlış anladıklarından, bekleyenlerden, güvenenlerden… Kendinden…
Kaçıp saklanabileceğimiz köşeleri yok yerkürenin maalesef, yuvarlak diyorlar kendisi için. Yankılanan tüm özürlerin dışında biri var ki, en hakiki özrü bekleyen ve en çok hak eden. Bir köşede unuttuğumuz çocukluğumuz, kırıp döktüğümüz gençlik yıllarımız, bazen iyi davranmadığımız emanet vücudumuz. Şimdi de kendimizden özür dileyelim mi?
‘’Seni üzmelerine izin verdiğim için, samimiyetsizliği ayırt etmene mani olduğum için, sahte özürleri gerçek sanmana sebep olduğum için… Özür diliyorum canım kendim. Seni ihmal edip susturarak görmezden geldiğim günler için, kendine yük olduğun zamanlarda yanında duramadığım günler için, görmezden geldiğim kırgın geceler için, kendi ışığımı gölgelediğim için...
Özür diliyorum, kendime geç kalmış tüm kararlarım için.’’
Vesselam.
KUSUR, KÜSURAT, ÖZÜR
Sevcan D.
Yorumlar