Karadeniz kıyıları, sadece coğrafi konumuyla değil, yüzyıllardır süregelen balıkçılık kültürüyle de Türkiye’nin en dikkat çekici bölgelerinden biri olmaktadır. Hamsinin başrolde olduğu bu kültür, ağlardan kayıklara, balık hallerinden köy yaşamına kadar hayatın her alanına sirayet ediyor. Balıkçılık, bölgedeki birçok aile için bir meslek olmanın ötesinde bir yaşam biçimi, kuşaktan kuşağa aktarılan bir gelenek olarak varlığını sürdürmektedir.
Hamsi ağlarının hikâyesi
Karadeniz balıkçısının sembolü haline gelen hamsi ağı, sadece bir av aracı değil, aynı zamanda bir kültür mirasıdır. Her kış öncesi ağların bakımı yapılır, yırtılan bölümler ustalıkla onarılır. Köy meydanlarında ya da kıyı şeridinde ağ yamayan balıkçılar, aslında gelecek sezonun ekmeğini hazırlamaktadır. Bu uğraş, gençlerin gözlemleyerek öğrendiği ve aile büyüklerinden devraldığı bir deniz zanaatı haline gelmiştir.
Ağ yapımı ve kullanılan malzemeler
Eskiden Karadeniz’de balık ağları, tamamen doğal liflerden yapılırdı. Kendir, keten ya da pamuk iplikleriyle örülen bu ağlar, suya girince ağırlaşır, çabuk yıpranır ve sık sık onarım gerektirirdi. 1950’lerden sonra ise balıkçılıkta büyük bir dönüşüm yaşandı. Naylon ve polyester ipliklerin kullanıma girmesiyle ağların ömrü uzadı, hem daha hafif hem de dayanıklı hale geldi. Günümüzde Karadeniz balıkçılarının büyük bölümü hâlâ naylon ağları tercih ediyor. Ağ yapımı, özellikle kış aylarında en yoğun hâlini alır. Çünkü teknelerin denize açılmadığı dönemlerde balıkçılar ellerine iğne ve mekik alarak ağ örmeye koyulur. Balık türüne göre ağ gözlerinin genişliği farklılık gösterir; hamsi için dar, lüfer ya da palamut için daha geniş gözler hazırlanır. Ağ tamamlandığında alt kenarına kurşun ağırlıklar, üst kısmına ise mantar şamandıralar bağlanır. Böylece denize atıldığında ağın altı dibe inerken üstü su yüzeyinde kalır. Bu titiz çalışma, yalnızca bir zanaat değil, aynı zamanda köy kültürünün bir parçasıdır.
Kayık yapımında ustalığın izleri
Bölgenin en köklü geleneklerinden biri de kayık yapımıdır. Samsun, Sinop ve Ordu gibi şehirlerde hâlâ birkaç usta, bu zanaatı yaşatmaya devam ediyor. Kayıklar için genellikle meşe, kestane ya da çam ağacı kullanılmaktadır. Dayanıklı gövdeleri sayesinde Karadeniz’in sert dalgalarına karşı koyabilen bu kayıklar, balıkçılığın bel kemiğini oluşturuyor. Bir kayığın yapımı aylar sürebilir ve her aşaması ayrı bir ustalık gerektirir.
Günün ilk telaşı
Karadeniz şehirlerinin sahil kesimlerinde sabahın erken saatlerinde başlayan hareketlilik, balık hallerinde zirveye çıkmaktadır. Samsun Balık Hali, bu kültürün en canlı örneklerinden biri olmakla beraber tekneler limana yanaşır, kasalarca balık taşınır ve mezatlarda açık artırmalarla satış yapılır. Bu sahneler, bölgedeki balıkçılığın ekonomik yönünü gözler önüne sererken, aynı zamanda bir sosyal buluşma alanı da yaratır.
Balıkçı köylerinde günlük yaşam
Karadeniz kıyısındaki balıkçı köylerinde hayatın ritmi denize göre şekillenir. Sabahın ilk ışıklarıyla tekneler açılır, kadınlar kıyıda ağ tamir eder ya da balıkları ayıklar. Çocuklar, küçük yaşta babalarının ve dedelerinin yanında denizle tanışır. Kimi zaman teknelerde kimi zaman kıyıda geçirilen bu günler, balıkçılığın sadece bir iş değil, köy yaşamının ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir.
Kuşaktan kuşağa aktarılan miras
Karadeniz’de sıkça duyulan bir söz vardır: “Balıkçılık babadan oğula geçer.” Bu söz, aslında deniz kültürünün kuşaklar boyu nasıl aktarıldığını özetler. Balıkçılar, sadece ağları ve tekneleri değil, aynı zamanda denize dair bilgilerini, fırtına tahminlerini ve geleneksel deniz türkülerini de çocuklarına miras bırakır. Karadeniz’in hırçın dalgalarına karşı verilen mücadele, aynı zamanda bölgenin karakterini şekillendiren bir kültürel dayanışma örneğidir.
Tarihî kökler “Osmanlı’da balıkçılık”
Karadeniz’de bugün hâlâ yaşayan balıkçılık kültürünün kökleri Osmanlı dönemine kadar uzanır. Devlet, balıkçılığı hem ekonomik hem de stratejik açıdan önemli görmüş, “ihtisap resmi” adıyla balıkçılardan vergi almıştır. Balık avlama hakkı çoğu zaman iltizam sistemiyle belirli kişilere verilmiş, böylece hem avlanma düzeni sağlanmış hem de devletin kasası güçlendirilmiştir. Karadeniz kıyılarında özellikle hamsi, Osmanlı döneminde de halkın en temel besin kaynaklarından biri olmuştur. 17. yüzyılda Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde hamsinin bolluğunu ve çeşit çeşit pişirilerek tüketildiğini yazar. Bu da hamsinin sadece bir gıda değil, bir kültür öğesi olduğunu ortaya koyar. Karadeniz’den İstanbul’a taşınan balıklar ise saray mutfağını da beslemiştir. Palamut, lüfer ve uskumru, Boğaziçi sofralarının vazgeçilmez balıkları arasında yer almış, Unkapanı gibi balık hallerinde halkın ve sarayın ihtiyacını karşılamıştır.