Kar yine fazla yağdı,
"Kabahat biraz da bende bu havada yola da çıkılmaz ki. Şu yukarı Avdan köyüne bir ulaşabilirsem gerisi kolay; olmadı kalırım bu saatte dışarı atacak değiller ya beni."
Yıl 1949,
İç Anadolo'nun ücra bir köyüne yolculuk, öğretmenliğin ilk başlangıcı.
Adına minibüs demişler ama siz böyle dendiğine bakmayın fakat sizi bir yerden başka bir yere götürüyor sonuçta. Kar da yağmak için beni bekledi heralde, yağmak dedimse lafın gelişi; gökte ne varsa boşalıyor yolumuza sanki.
Şöfor Mahmut amca, bu yaşı ve kilosuna rağmen bana mısın demiyor bu karlı yollara. Yaman şoför
İçimde de bir bilinmeze gitmenin ürpertisi birazda korkusu var. Akşamın bu dar zamanın da yağan karda üzerine tuz biber. Yanımda önümde ve arkamdaki insanların konuşmalarından anladığım kadarıyla yol kapanırsa durum biraz karışık galiba.
Şoför, Yukarı Avdan köyünde inecekleri indirirken "öğretmen hele gel birer sıcak çay içelim" diye beni köy kahvehanesine çekerek getirdi. İyide oldu, içerisi bol sigara dumanı ama oldukça sıcak. Çevremdeki insanlar önce beni yabancıladılar Mahmut amca, "bizim köyün yeni öğretmeni" diye tanıtınca herkes etrafımda toplandı.
Kahve dediğim, evden bozma daha doğrusu önceden köylünün hayvanını bağladığı bir yer, duvarları sigara dumanının yaydığı nikotin ve sürekli kapalı tutulan kapının havasızlığından sarının koyu tonunda. Alışık olmayanlar için nefes almak oldukça zor. Kısıtlı olanaklara sahip ve böylesi küçücük bir odanın içerisinde toplanan bu insanlar hayret verici bir şekilde hiç konu sıkıntısı çekmiyor. Bazen bol kahkahalı bazen hararetli durmaksızın konuşuyorlar.
Elimdeki bardağın daha önce kaç kişi tarafından içildiği hayal etmeksizin üzerinde bıraktığı dudak ve el izlerinden belli, red etmeninde bu gariban insanlara saygısızlık olacağından içmek zorunluluğu hissediyorum.
Bakışlarından da anladığım kadarıyla beni de oldukça merak ediyorlar. Ve soru sormaktan da oldukça çekiniyorlar. Yanımda oturan köylüye "nasıl gidiyor kışın zordur buralarda yaşamak" diye anlamsız soru soruyorum. İsminin daha sonra Sadık olduğunu öğrendiğim köylü "ne edelim öretmen başka çaramız mı var" biraz sertçe olan yanıtını verdikten sonra, kendime de içimden "sus artık" deme hissi duydum.
Cumhuriyet daha çok yeniydi, elbette buralara da benim gibi Cumhuriyet devrimlerini ve olanaklarını anlatan bu geri bıraktırılmış topraklara umut yeşertecek çok insan gelecek ama şu kesin ki... yapılacak çok işler var çok..
Öncelikle insanı ve insanca yaşamı işlemek ve anlatmak gerekecek. Çünkü yüzyıllarca köleleştirilmiş, hor görülüp sömürülmüş bu topluma birey olmayı olabilmeyi gösterip öğretmeliyiz. İşimizin hiç de kolay olmadığını da biliyorum.
Bunca çile bunca uğraşla çabalayan emek veren bir cumhuriyet öğretmeninden kesitti anlatılan bugünün ortamında bir anlamı kaldı mı ben bilemedim, getirilmek istenilen demokrasi, ne oldu şimdi
nerede...
Bilen var mı...