Köyün okulu da o gün sessizdi. Öğretmen Aslı Hanım, pencerenin önünde durmuş, çocukların tarlalara gidişini izliyordu. Bu köyde öğretmenlik yapmak kolay değildi ama en güzeliydi. Şehirden buraya tayini çıktığında başta çok çekinmişti. Şimdi ise köy halkının bir parçası gibiydi.
Kapı çaldı. İçeri ince yapılı, esmer tenli bir çocuk girdi. Bu Cemil’di. Annesi geçen yıl hastalıktan göçüp gitmiş, babası ise şehirde inşaatlarda çalışıyordu. Cemil, köyün en sessiz ama en meraklı çocuğuydu.
“Aslı Öğretmen… Yağmur durdu, değil mi? Ben dere kenarına gidip taş toplasam olur mu? Bu sefer köprü maketi yapacağım.”
Aslı Hanım gülümsedi. “Ama dikkatli ol, Cemil. Toprak hâlâ kaygan. Yanına biriyle git istersen.”
Cemil başını salladı. “Elif’le giderim belki. O da dedesiyle tarlaya gitmiş.”
Öğretmen pencereden dışarı baktı. “Tamam. Ama öğleden sonra gel, birlikte haritayı bitireceğiz, unutma.”
Cemil, hızlıca kapıyı kapatıp çıktı. Elif’le dere kenarında buluştular. Mehmet dede, torununa tembihte bulundu: “Fazla yaklaşmayın, su hızlı akar. Ama Cemil akıllıdır, sana göz-kulak olur.”
İki çocuk dere kenarında hem taş topladı hem de toprağa çömelip yeni çıkan yeşil filizlere hayranlıkla baktılar. Cemil, elindeki taşı gösterdi:
“Bak Elif, bu köprü ayağı olur. Bu sefer sağlam bir maket yapacağım. Belki bir gün köye gerçek bir köprü yaparım.”
Elif güldü. “Ben de bir gün bu tarlayı baştan sona çiçeklerle dolduracağım. Geleni tebessümle karşılayan bir bahçe olacak.”
Güneş artık tam tepede parlıyordu. Mehmet dede, bastonunu toprağa saplayıp tırpanın ucunu düzeltti. Arkasından gelen Elif ve Cemil’in gülüşmeleri yüzünde tatlı bir gülümseme bıraktı.
“Toprağa emek verirsen,” dedi Mehmet dede, “O da sana hikâyelerini anlatır. Her tohumu bir kelime say, her filizi bir cümle. Bir gün bu tarlanın tamamı bir kitap olur.”
O günden sonra Karasaz’ın hikâyesi yazılmaya başlandı. Tohumlar yeşerdi, çocuklar büyüdü, hayaller filiz verdi. Ve köy, yağmurdan sonra gelen sessizlikte, içten içe şunu fısıldadı:
“Her şey yeniden başlar. Yeter ki toprakla konuşmayı unutma…”