
Ümit Özçelik'in kaleminden: Darağacında üç fidan..
Beş mayıs'ı altı Mayıs'a bağlayan şafak vakti üç fidanımıza kıydılar. Şafağın kör bir zaman diliminde üç devrimciyi katlettiler. Ne garip ki idam kararını veren hakimlerin oturdukları koltukların arka duvarında "adalet" yazıyordu. Tek dilekleri "Tam Bağımsız Türkiye" idealleri olan bu üç gencecik fidana "ağa babaların" istedikleri doğrultusunda idam verdiler.
Deniz Gezmiş Hüseyin İnan Yusuf Aslan
6 Mayıs 1972 sabaha karşı, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde üç genç adam idam sehpasına yürüdü: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan. Türkiye siyasi tarihine derin izler bırakan bu infaz, üzerinden yarım asır geçmesine rağmen hâlâ tartışılıyor, hâlâ yürek sızlatıyor.
Onlar “üç fidan” olarak anıldılar. 68 kuşağının simgesi oldular. Dönemin karanlık politik atmosferinde, devrim umuduyla yola çıkmışlardı. Ezilenlerin yanında yer alan, tam bağımsız Türkiye için mücadele eden bu gençlerin mücadelesi, adalet ve demokrasi adına bir sınavdı; ne yazık ki Türkiye bu sınavı kaybetti.
O gece idam edilen sadece üç genç değil, aynı zamanda bir kuşağın inancı, umudu ve hayalleri oldu. Hukukun siyasete kurban edildiği, gençliğin sesinin susturulduğu bir dönemin en trajik simgeleriydi bu infazlar. İdam cezası yalnızca can almakla kalmaz; bir toplumu, onun vicdanını da örseler. İşte 6 Mayıs, Türkiye’nin kolektif vicdanında hâlâ açık bir yara olarak duruyor.
Bugün hâlâ Deniz’lerin ismi meydanlarda, marşlarda, gençlerin dudaklarında yaşıyorsa; bu, onların bedenen yok edilmelerine rağmen fikirlerinin yok edilemediğinin bir göstergesidir. Zira bir düşünceyi idam sehpasında boğamazsınız.
Deniz’in son sözleri hâlâ kulaklarımızda çınlıyor: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye!” Bu söz, geçmişten geleceğe bir çağrıdır. Unutulmasın, hatırlansın, ders alınsın diyedir.
O gece, darağacına yürüyen yalnızca üç beden değildi. Üzerlerine sinmiş gençliğin hayalleri, bir ülkenin özgür yarınlara duyduğu inançtı. Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in elleri bağlıydı ama yürekleri dimdikti. Ölümün soğukluğuna inat, gözlerinde inanç vardı; çünkü biliyorlardı: haklı davalar ölüme yenilmezdi.
Onları anlatan kitaplar yazıldı, şarkılar söylendi, afişlere poster oldular. Ama hiçbir resim, hiçbir kelime, onların hayata tutunma çabasını, gözlerindeki kararlılığı ve yüreklerindeki sevgiyi tam olarak anlatamaz. Çünkü onlar, yaşamayı sevdikleri kadar, başkalarının da insanca yaşamasını isteyen çocuklardı.
Bu yüzden unutulmadılar. Bu yüzden her 6 Mayıs’ta rüzgâr biraz daha hüzün taşır, her darağacı anısında bir kuş havalanır göğe. Çünkü halkların hafızası uzun, vicdanı derindir. Ve bazı isimler, öldürülerek susturulamaz.
Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in isimleri artık birer sembol. Umudun, direnişin ve adalet arayışının sembolü. Ve biz, onların ardından söylenecek en anlamlı sözü yine onların cümlelerinde buluyoruz:
“Biz başkaldırdık, çünkü susarsak sıra bize gelecekti.”