
Ümit Özçelik'in kaleminden: Gelin Ayşe...
Karaçalı Köyü, dağın eteklerine tutunmuş, çam ormanlarının arasında gizlenmiş küçük bir yerleşimdi. Evlerin bacasından duman tütmeye başladığında, köyde sonbaharın geldiği anlaşılırdı. Sararan yapraklar rüzgârla dans ederken, taş duvarlı evlerin pencerelerinden içeri usulca hüzün dolardı.
Ayşe nine, köyün en yaşlısıydı. Gençliğinde güzelliğiyle dillere destan olmuş, Erzurum’dan gelin gelmişti bu köye. Elli beş yıldır aynı evde, aynı bahçede yaşıyordu. Eşi Hasan Ağa yıllar önce göçüp gitmişti, çocuklarıysa şehre yerleşmişti çoktan. Ama Ayşe nine bir gün bile köyden ayrılmamıştı. “Toprağım burada, köküm burada,” derdi her sorana.
Sonbaharda Ayşe nine'nin evi daha bir başka olurdu. Avludaki ceviz ağacının yaprakları altın sarısı halıya döner, tavuklar bu halının üstünde gıdaklayarak gezinirdi. Sobasını erken yakar, kapısının önünde oturur, elindeki yünleri eğirirken eski günleri düşünürdü. Zaman zaman gözleri dolar, sonra çaktırmadan silerdi yaşlarını.
Bir gün, köydeki çocuklardan biri — küçük Elif — elinde bir defterle geldi Ayşe ninenin yanına.
“Babam okuldan proje verdi. Köydeki en eski hatırayı yazmam gerekiyormuş. Sen anlatır mısın?”
Ayşe nine önce güldü, sonra iç geçirdi.
“En eski hatıram mı? Hımm... İlk kar yağdığında gelin geldiğim günü anlatayım sana. Hasan Ağa beni almaya geldiğinde, kar diz boyuydu. Ama ben üşümüyordum, çünkü içim sıcaktı. Aşkla...”
Ayşe nine konuşurken Elif not aldı, hayranlıkla baktı ona. O gün, küçük bir deftere büyük bir hikâye yazıldı.
Ayşe nine o kışı da geçirdi ama ilkbaharı göremedi. Bahar geldiğinde ceviz ağacı yeniden yeşerdi, ama bu kez altında Ayşe nine yoktu. Mezarı, köyün yukarısındaki küçük mezarlığa yapılmıştı. Elif, proje defterini onun mezar taşına bıraktı bir gün. Üstüne de küçük bir not yazdı:
"Ayşe Nine'nin hatıraları artık bizimdir."