
Ümit Özçelik'in kaleminden: Bayramlık ayakkabı..
Köyün üstüne sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir sessizlik çökmüştü. Bayram sabahlarının o tanıdık heyecanı, cami avlusuna inen kuş cıvıltılarına karışıyor, eski taş evlerin arasındaki sokaklardan usulca süzülüyordu.
Yedi yaşındaki Ali, yamalı örtüsünü üzerinden atarak uyandı. Yanında yatan küçük kardeşi Meryem hâlâ derin uykudaydı. Annesi tandır evinde, yufka ekmeğin başındaydı; babasıysa sabah namazından yeni dönmüş, avluda elini yüzünü yıkıyordu.
Ali’nin aklında tek bir şey vardı: ayakkabılar. Bayramlık diye geçen hafta köy pazarına giden annesiyle babası saatlerce dolanmış ama paraları yetmediği için eli boş dönmüşlerdi. Ali, bunu bilse de içten içe hâlâ bir mucize bekliyordu. Belki biri hediye getirirdi. Belki dedesi eski bir çift bulur, “Giy oğlum, az giyildi,” derdi.
O sabah Ali’nin tek bayramlığı, geçen yıl büyük kuzeninden kalan kahverengi kadife pantolonu ve buruşuk bir gömlekti. Ayakkabıları ise, altı delinmiş, yanları açılmış eski kara lastiklerdi.
Kahvaltı sofralarında pek çeşit yoktu: biraz çökelek, iki tane zeytin, sıcak yufka ve köy peynirinden bir tutam. Ama yine de annesi büyük bir sevinçle “Bayramınız mübarek olsun!” dediğinde, sofradaki herkes gülümsedi. Çünkü bayram, yokluğun bile bir günlüğüne unutulmak istendiği gündü.
Ali, babasıyla birlikte bayram namazına gitti. Camiden çıkan herkes sarılıyor, el öpüp şeker topluyordu. Mahalledeki diğer çocukların ayağında yeni ayakkabılar vardı. Kimi kırmızı, kimi parlak siyah. Ali, bakmamaya çalıştı. Topladığı şekeri cebine attı, başı önde yürüyordu.
Tam o sırada yaşlı komşuları Muazzez teyze seslendi:
— Ali, gel hele bir kuzum.
Ali ürkek adımlarla yaklaştı. Kadın, evinin avlusunda sandığı açmış, içinden bir çift spor ayakkabı çıkarmıştı.
— Bunlar torunumun ama dar geldi, bir kere giymiş sadece. Seninkilere baktım da… Gel bir dene bakalım.
Ali ayakkabıları giydi. Sanki ayağına bulut giymişti. Ne sıkıyordu, ne gevşekti. Gözleri doldu, ama ağlamadı.
— Oldu mu kuzum?
— Oldu… Teşekkür ederim teyze.
O gün, Ali köy meydanındaki çocukların arasına ilk defa başını dik tutarak karıştı. Bayramın en güzel hediyesi, ne şekerdir, ne oyuncak. Bazen sadece yeni bir çift ayakkabıdır.
Ali’nin ayaklarında artık umut gibi duran o spor ayakkabılar vardı. Tozlu köy yolunda yürürken sanki toprağın üstünde süzülüyordu. Meydana vardığında çocuklar çoktan toplanmıştı. Seksek, ip atlama, misket… Ama Ali'nin gözü başka bir çocuğa takıldı.
Köyün zenginlerinden Hasan Ağa’nın torunu Yusuf, parlak kırmızı bisikletiyle meydanın ortasında daireler çiziyordu. Yeni tişörtü bembeyazdı, saçları jöleyle arkaya taranmıştı. Ayakkabıları ışıklıydı; her adımda yanıp sönüyor, diğer çocukların gözlerini kamaştırıyordu.
Yusuf, bisikletin üstünde dönüp dururken çocuklara yüksekten seslendi:
— Kimse binmesin! Düşürürsünüz, çizilir!
Ali, yaklaşmadan durdu. Gözleri bisikletteydi ama içinde bir kıpırtı yoktu. Çünkü o anda aklı Muazzez teyzedeydi. Ayakkabılara bakıp gülümsemişti, “Ali’ye iyi geldi,” demişti içinden. Herkese ait olmayan bir sevgiyle.
Tam o sırada Zeynep çıktı meydana. Ali’nin yaşıtı, okuldan arkadaşı. Yüzünde her zamanki utangaç tebessüm. O da yoksul bir ailenin çocuğuydu. Elbisesi temizdi ama belli ki üçüncü ya da dördüncü eldi. Ayakkabısı yoktu, bezden yapılmış patik benzeri bir şey giymişti.
Ali göz ucuyla Zeynep’e baktı. O an bir karar verdi. Ayakkabılarına baktı, sonra Zeynep’e.
Yanına gidip sessizce sordu:
— İstersen sen giy bunları biraz… sen de oyna çocuklarla.
Zeynep’in gözleri büyüdü.
— Ama onlar senin…
— Biraz giymen bir şey yapmaz. Sonra geri verirsin. Bayram ya, herkes mutlu olsun.
Zeynep başta çekindi, ama sonra kabul etti. Ali, ayakkabılarını çıkardı, Zeynep’e giydirdi. Sonra ikisi meydanda yan yana oturdular. Yusuf uzaktan bunu görüp alayla güldü:
— Ayakkabıları bile sırayla giyiyorlar!
Ama o an çocuklardan biri daha seslendi:
— Ne var bunda? Paylaşıyorlar işte. Hem
Ali’nin ayakkabıları seninkilerden daha güzel bence.
Yusuf sustu, bir an için kendi parlak ayakkabılarına baktı, sonra başını eğip bisikletten indi. Belki içinde bir şey kıpırdamıştı; o da paylaşmak istemişti ama nasıl yapacağını bilmiyordu.
Akşam olduğunda, Ali ve Zeynep bayram şekeri torbalarını birbirlerine göstererek gülüştüler. Yoksulluk, ceplerini dolduramamıştı belki ama gönüllerini dolduran başka bir şey vardı: Paylaşmak.