Okullar açıldı mı, aslında sadece öğrenciler değil, evler de yeni bir döneme giriyor. Evlerin salonlarında masa başında küçük bir cephe kuruluyor: ödev cephesi. Çocuğun çantasından çıkan defter ve kitaplar masaya dizildiği anda, anne ve babaların gözleri kısılır, sabırları test edilmeye başlanır. “Hadi bakalım ödevini yapalım” cümlesiyle birlikte evin havası değişir. Bazen bir müzik gibi akıp giden bir süreç olur bu, bazen de sabrın ve inatlaşmanın karşılıklı sınandığı bir mücadeleye dönüşür.

Geçtiğimiz gün bir arkadaşım anlattı: Oğlu ödevini yapmamak için “kalemin ucu çok sivri, yazamıyorum” bahanesini bulmuş. Anne, “tamam o zaman kalemin ucunu biraz körelteyim” demiş. Çocuk da bu kez “ama şimdi çok köreldi, yazamıyor” diye eklemiş. Evde kahkahalar eşliğinde başlayan bu diyalog, yarım saat sonra “artık şu ödevi yap!” sesleriyle bitmiş. İşte ödev savaşlarının klasiği: önce küçük bahaneler, sonra gerilen sinirler ve nihayetinde teslim olan taraf.

Oysa ödevin asıl amacı, çocuğa sorumluluk kazandırmak. Öğretmenin verdiği konuyu tekrar etmesini, kendi başına çalışmayı öğrenmesini sağlamak. Fakat işin içine anne-babanın sabrı, çocuğun isteksizliği ve günün yorgunluğu girince, ödev masası adeta bir savaş alanına dönüşebiliyor. Çocuk ödevi yapmamak için türlü bahaneyi devreye sokarken, anne-baba da ödev bitmeden huzur bulamayacağını bildiği için geriliyor.

Burada asıl mesele şu: ödev gerçekten çocuğun mu, yoksa ailenin mi? Çoğu zaman veliler kendini ödevin ortağı gibi görüyor, hatta bazen gizli kahramanlıklarla ödevi kendileri tamamlıyor. Ama bu durum çocuğun sorumluluk bilincini geliştirmek yerine onu daha da geriye götürüyor. Çünkü çocuk biliyor ki eninde sonunda biri yetişip eksiklerini tamamlayacak.

Bir de öğretmenlerin gözünden bakalım. Onlar, öğrencilerin öğrendiklerini pekiştirsin diye ödev veriyor. Fakat verilen ödevin niteliği önem taşıyor. Çok fazla tekrar, çocuğu bıktırıyor; hiç ödev vermemek ise sorumluluk bilincini köreltiyor. Yani dengeyi bulmak şart.

Evde ise bu dengeyi sağlamak velilerin rolüyle mümkün. Çocuğun ödevini yaparken yanında olmak ama yerine yapmamak, gerektiğinde yönlendirmek ama baskı kurmamak, işte asıl marifet bu. Bazen ödev masasının başında bir fincan çay eşliğinde sadece yanında oturmak bile çocuğa “yalnız değilsin” mesajını veriyor.

Sonuçta ödev savaşlarının kazananı ya da kaybedeni yok. Kazanan olabilecek tek şey, çocuğun sorumluluk bilinci. Eğer ödev sürecini aileler ve öğretmenler iş birliğiyle daha sakin, daha bilinçli yönetirse, savaş değil; öğrenme yolculuğu yaşanır. Çünkü günün sonunda önemli olan defterin satır satır dolması değil, çocuğun kendi emeğinin farkına varmasıdır.

“Defterlerdeki yazılar silinebilir ama çocuklara verdiğimiz güven ve sorumluluk duygusu ömür boyu kalır.”

“Ödev savaşlarını kazanan değil, öğrenmeyi seven çocuklar belirler.”