Eğitim denince çoğu kişinin aklına sınıflar, defterler, test kitapları gelir. Oysa bir öğretmen olarak biliyorum ki, eğitimin gerçek kısmı çoğu zaman zil çaldığında, ders bittiğinde, teneffüste, bahçede ya da spor salonunda başlıyor. Öğrenciler, bizim söylediğimiz formüllerden çok, davranışlarımızı hatırlıyor.
Ben bir beden eğitimi öğretmeniyim. Spor salonunda öğrencilerimle geçirdiğim saatlerde gördüm ki bazen kazandırılan bir basketbol tekniği değil, yere düşen arkadaşını kaldırmak çok daha büyük bir derstir. “Önce takım olmayı öğrenin” dediğimde aslında anlatmak istediğim şey, hayatta da kimseyi geride bırakmamaları. Çünkü spor, aynı zamanda karakter eğitiminin de sahnesidir.
Ama iş sadece beden eğitimiyle sınırlı değil. Her branştan öğretmenin tutumu, öğrencinin hayatına damga vuruyor. Mesela bir matematik öğretmeni, çözüm yolunu sabırla anlattığında öğrenci yalnızca problemi değil, sabretmeyi de öğreniyor. Öte yandan, “Bundan bir şey olmaz” diye kestirip atan bir söz, bir öğrencinin yıllarca kendine inanmamasına sebep olabiliyor.
Hepimizin anılarında yer eden öğretmenler vardır. Kimimiz hâlâ bir öğretmeninin destekleyici bakışını unutamayız, kimimiz de küçümseyen sözlerini hatırladıkça içimiz burkulur. Ben kendi öğrencilerimden biliyorum: Birine sırf küçük bir çabası için “Aferin, gelişme var” demek, onun yüzündeki özgüveni bambaşka bir noktaya taşıyabiliyor. Oysa aynı öğrenciye sürekli eksiklerini göstermek, onun enerjisini söndürebiliyor.
Aslında öğretmenlik biraz da görünmeyen bir etki bırakmaktır. Bugün sınıfta kızdığı bir öğrenci, yıllar sonra “O gün bana sınır çizmeyi öğretti” diye hatırlayabiliyor. Ya da öğrencisini fark etmeden küçümseyen bir öğretmen, belki de onun yıllarca içten içe taşıdığı bir yaraya sebep oluyor.
Ben beden eğitimi dersinde öğrencilerime hep şunu söylerim: “Kazanan takım olmak önemli ama asıl mesele, sahadan gururla çıkabilmek.” Bu sözün, sadece oyuna değil, hayata da dokunduğunu biliyorum. Çünkü aslında biz öğretmenler, çocuklara sadece ders anlatmıyoruz; adaletin, dayanışmanın, emeğin, saygının ne demek olduğunu kendi davranışlarımızla öğretiyoruz.
Bugün eğitim tartışmalarında müfredat, sınav sistemi, teknolojik altyapı hep gündeme geliyor. Ama çoğu zaman asıl mesele gözden kaçıyor: Öğretmen–öğrenci ilişkisinin gücü. Çünkü bir öğretmenin iyi niyeti, sabrı, adaleti, hatta bazen bir tebessümü bile, en gelişmiş teknolojiden daha kalıcı bir iz bırakıyor.
Sonuçta öğrenciler, yıllar sonra kitaplarını, sınav kağıtlarını unutuyor ama öğretmenlerini unutamıyor. Çünkü eğitim, sadece tahtada yazılan bilgilerden ibaret değil; öğretmenle öğrenci arasında kurulan köprüde saklı. Ve o köprü ne kadar sağlam kurulursa, çocukların geleceği de o kadar güvenli oluyor.