Suya her dokunduğumuzda aslında iki dünyanın sınırına değiyoruz:
Üstte gürültü, altta sessizlik.
Yukarıda koşuşturma, aşağıda zamanın yavaşladığı o derin, o mavi evren.
Ben her daldığımda şunu fark ediyorum:
Su altı, insana yalnızca nefesini değil, yüreğinin ağırlığını da hafifletmeyi öğretiyor.
Dışarıdan bakanlar dalışı sadece teknik bir beceri sanır. “Yüzme biliyor musun?” diye sorarlar.
Oysa bilmezler ki; suyun altına dalmak için aslında yüzme bilmekten çok daha başka bir şey gerekir:
Kendini suya emanet edebilme cesareti.
Su seni taşır, kaldırır, sarar. Sen panik etmezsen, o seni bırakmaz. Dalmak, öğrenmekten çok hatırlamaktır; bedeninin suya zaten ait olduğunu…
İlk metreler her zaman aydınlıktır. Güneş, suyun yüzeyini kırıp içeri sızarken ışık oyunları yapar. Bazen altın renkli çizgilerle, bazen mavi titreşimlerle… Sonra biraz daha inersin. Renkler değişir, sesler kaybolur. Sanki dünya senden uzaklaşır da asıl yerine yaklaşırsın.
İşte o sessizlik…
Ne bir telefon sesi, ne bir insan gürültüsü, ne bir düşünce kalabalığı.
Suyun altındaki o yoğun sessizlik, dışarıdaki değil, içindeki gürültüyü susturur.
Dipler karanlık sanılır hep.
Oysa asıl ışık oradadır. Çünkü karanlık, gözünü korkutmayı bırakınca aslında içindeki aydınlığı fark etmeye başlarsın.
Her metre seni biraz daha kendine yaklaştırır.
Biraz daha sadeleştirir.
Biraz daha hafifletir.
Dalışta özgürlük, uçmak gibidir.
Aşağıya giderken aslında yukarıdan bağımsızlaşırsın.
Yukarıda seni çeken, seni sınırlayan ne varsa hepsi yukarıda kalır.
Suyun altında bir ağırlıksızlık hâli vardır ki, insanı kendine çeker:
Yerçekiminden değil, hayattan bile kurtulmuş gibi hissettirir.
Bir balığın yanından geçerken, bir yosunun ellerine hafifçe dokunurken, dalganın dipteki kumları nasıl dans ettirdiğini izlerken şunu düşünürsün:
“Dünyanın kalabalığı çok yukarıda kaldı… ben şu an sadece varım.”
Kimse söylemez ama suyun altı insana çok önemli bir gerçeği öğretir:
Sessiz kalmak bazen en yüksek özgürlüktür.
Konuşmadan, anlatmadan, düşünmeden bile huzuru bulabileceğini hatırlatır.
Ben her daldığımda şöyle hissediyorum:
Sanki suyun altında bir başka ben var.
Daha sakin, daha hafif, daha özgür…
Daha kendi.
Belki de bu yüzden suya her dönüşüm bir kavuşma gibi oluyor.
Kendine, nefesine, kalbine bir dönüş…
Ve insan bazen uçmayı değil, dalıp sessizce kaybolmayı özgürlük sanıyor.
Haklı da.
Çünkü suyun altı…
İnsanın unuttuğu huzuru ona en temiz hâliyle geri veriyor..