Son zamanlarda eğitim üzerine düşünürken kendime şu soruyu sıkça soruyorum: “Biz çocuklarımızı gerçekten yetiştiriyor muyuz, yoksa sadece sınavlara mı hazırlıyoruz?” Bu soruya yanıt ararken aklıma hep eski bir kavram geliyor: maarif. Bugünlerde çoğu kişinin dilinden düşen “eğitim sistemi” tanımı yerine ben özellikle maarif kavramını seçtim. Çünkü maarif, sadece bilgi aktarmayı değil, insanı bütün yönleriyle geliştirmeyi hedefleyen bir anlayışa işaret ediyor. İşte bu yazıyı kaleme almamın nedeni, hem geçmişten bugüne bu kavramın yolculuğunu hatırlamak hem de bugün neleri kaybettiğimizi birlikte görmek.
Maarif dediğimiz şeyin kökünde “marifet” var. Yani bilginin ötesinde irfanı, değeri ve hayata geçirilmiş bilgeliği ifade ediyor. Osmanlı’nın son döneminde kurulan Maarif Nezareti, bu anlayışla toplumu dönüştürmeyi amaçlamıştı. Açılan okullar sadece okuma-yazma öğretmiyor, aynı zamanda yeni bir toplum tasavvuru inşa ediyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bu ruh devam etti. Köy Enstitüleri ve halkevleri, gençleri yalnızca akademik bilgiyle değil; üretimle, emekle, değerlerle buluşturdu. Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” sözü maarifin en sade ve en güçlü tanımıydı aslında.
Bugün ise elimizde bambaşka bir tablo var. Eğitim, büyük ölçüde sınavların gölgesinde şekilleniyor. Çocuklarımız küçük yaşlardan itibaren test kitaplarıyla tanışıyor, başarıyı çoğu zaman yalnızca puanlarla ölçüyoruz. Elbette sınavlar hayatın bir parçası ama tek başına eğitimin amacı olamaz. Çünkü maarif, sadece bilgi yüklemek değil, aynı zamanda değerleri, sorumluluğu, vicdanı da kazandırmaktır.
Dijital çağ bu tabloyu daha da karmaşık hale getirdi. Çocukların dikkat süreleri ekran kültürüyle birlikte kısaldı. Hızlı tüketilen içerikler, derin düşünmenin yerini almaya başladı. Oysa maarif, insana sabrı, odaklanmayı, merakı öğretir. Bir kitabın sayfalarında saatlerce kaybolabilmeyi, bir fikri sabırla geliştirmeyi, bir değer uğruna çaba göstermeyi… İşte tam da bu yüzden bugün maarif anlayışını yeniden hatırlamak zorundayız.
Öğretmenler çoğu zaman bunun farkında. Ancak müfredatın baskısı, sınav takvimleri ve ölçme-değerlendirme anlayışı, onların da önünü kapatıyor. Çocukların yaratıcı yönleri törpüleniyor, empati, sabır, iş birliği gibi beceriler çoğu zaman ihmal ediliyor. Maarifin özünde “iyi insan” yetiştirmek vardı. Biz ise çoğu zaman “başarılı aday” yetiştirmekle yetiniyoruz.
Peki çözüm ne? Bence yeni bir maarif ruhuna ihtiyaç var. Akademik başarı elbette önemli, ama yanında karakter eğitimi, dijital bilinç ve toplumsal sorumluluk da olmalı. Öğretmen yalnızca bilgi aktaran değil, rol model olmalı. Aileler ise kenardan izleyen değil, sürece dahil olan paydaşlar olmalı. Çocuklara ekranı sadece tüketmeyi değil, yönetmeyi; sadece sınavı geçmeyi değil, hayatta değer üretmeyi öğretmeliyiz.
Sonuçta maarif, bir okul sistemi olmanın çok ötesinde, bir medeniyet tasavvurudur. Eğer biz bugünün çocuklarını gerçekten geleceğe hazırlamak istiyorsak, bu ruhu yeniden hatırlamak zorundayız. Çünkü yarınlarımızı belirleyecek olan şey, çocuklarımızın kaç soru çözdüğü değil; hangi değerlere sahip olduğu ve hangi hayalleri kurabildiğidir.