Sabahın serinliği, uykusunu üzerinden atamamış şehrin üzerine çökmüş. Durağın tabelası altında toplanmış beş kişi, aslında farkında olmadan bir toplum modeli oluşturuyor. İşte sosyoloji laboratuvarı: üç metrekarelik bir otobüs durağı.
En önde takım elbiseli bir adam var. Kravatını sıkmış, saate bakıp duruyor. Her bakışında sadece dakikaları değil, hayatını da ölçüyor sanki. “Zaman paradır” klişesi gözlerinin altında yazılı gibi. Yanında bir üniversite öğrencisi, kulaklık takmış, başını ritme bırakmış. Onun için bu durak, sabahın sıkıntısını unutturan bir konser alanı. Kimseyle konuşmuyor, belki de konuşmayı çoktan ekranlara havale etmiş. Bir köşede bastonuna yaslanan yaşlı teyze var. Gözleri sabırlı, dudaklarında yarım kalmış bir dua. Gençlerin ayakta bekleyişine bakıyor; içinde küçük bir hayal kırıklığı, büyük bir kabulleniş var. Çünkü toplumsal değerler, onun gençliğinde olduğu gibi “önce büyük” ilkesine uymuyor artık. Yine de kimseye kızmıyor, sadece göz ucuyla izliyor.
Birden durağa yeni bir karakter giriyor: elinde çantasını zor taşıyan bir kadın, yanında ilkokula giden oğlu. Çocuk sandviçini eline alıyor, otobüs gelene kadar aceleyle ısırıyor. Çocuk için burası bir mutfak, anne için hayatın hızına yetişmenin mecburi sahnesi. Onları gören yaşlı teyze, gülümseyerek kendi gençliğini hatırlıyor belki. İşte sosyoloji burada: nesillerin göz göze gelip hiçbir şey söylemeden birbirini anlaması.
Ama bekleyiş uzadıkça sahne değişiyor. Kravatlı adamın sabrı dakikalarla eriyor, ayakları yere vuruyor. Öğrencinin şarkısı sıkılıyor, kulaklık cebine giriyor. Çocuğun sandviçi bitiyor, annesi çantasını sıkıca kapatıyor. Yaşlı teyze gözlerini kapatıp bastonuna daha sık sarılıyor. Herkesin bekleme biçimi aslında karakterinin aynası: kimi sabırla, kimi öfkeyle, kimi müzikle oyalanıyor.
Otobüs ufukta göründüğünde ise sahne doruğa ulaşıyor. Bir anlığına bütün sosyoloji teorileri çarpışıyor. Kravatlı adam öne atılıyor, öğrencinin omzuna hafifçe çarpıyor. Anne, çocuğunu korumak için kolunu uzatıyor. Yaşlı teyze kenarda kalıyor, kimse fark etmiyor. Ve o anda aslında toplumsal reflekslerimiz açığa çıkıyor: bencillik, korumacılık, görmezden gelme… Her şey üç saniye içinde yaşanıyor.
Otobüse binen herkes bir sonraki durağa kadar yol arkadaşlığı yapacak. Belki bir daha hiç karşılaşmayacaklar. Ama o kısa bekleyişte sergilenen tavırlar, aslında büyük toplumun küçük bir özeti olarak kalıyor.
Otobüs durağında beklediğimiz şey sadece bir araç değil. Biraz saygı, biraz empati, biraz da kendimize aynadan bakma fırsatı. Ama çoğu zaman otobüs geliyor, biz binip gidiyoruz, o fırsat ise durakta kalıyor.