Dünyanın köşeleri olsaydı belki de çekilirdim birine ama yuvarlak diyorlar kendisi için. O yüzden başka köşeler aradık kendimize. Bana da bu köşe düştü. Yazımın girişi artık imzam oldu, biliyorsunuz.
Bir ülkenin varlığını idame ettirmesi için sınırlarını koruması en temel gereksinimlerindendir takdir edersiniz ki. İnsanın da kendi sınırlarını koruması yaşamsal doğal bir tepki olmalıdır. Nasıl ki asker sınır kapılarında nöbetteyse, insan da kendi benliğinin kapısında nöbet tutmalı. Bu kendimize verebileceğimiz en büyük hediye bence. Nerede ve kim olduğumuzu bilmemizin, nerede durup, nelere hayır diyebileceğimizin en nahif göstergesi sınırlarımız. Bazen en sağlam kalelerimiz bazen de günün sonunda bizi ruhumuza ve diğerlerine bağlayan gizli köprüler.
Geçenlerde psikolog bir arkadaşım eşiyle problem yaşayan başka bir arkadaşımla konuştukları ile ilgili, ebeveynlere de aynı telkinlerle yaklaştığını söyledi. Çünkü maalesef eşi ile sınır koyma konusunda sorun yaşıyordu ve eşine annelik yaptığının farkında değildi. Annesinin büyütmesini ısrarla kabul etmeyen adamların eşleri tarafından büyütülmeye çalışılmasına çok şahit oldum. Eş olmanın eşlik etmek olduğunu unutup eşsiz annelikle sonlanan roller… Sevgiyle başlayan eşlik rolünde yorgun bir bakıcıya dönüşen kadınlar… Sonra nasıl sınır koyabileceğimizi bilemediğimiz anlar ve uzun susuşlar. Robin Sharma ‘’ İnsanlarla aranıza sınır koymak onlara küsmek değil, onlara karşı sizi incitemeyecekleri mesafede durmak demektir.’’ diyor. Bu zorlu yolda aklımız duygularımızla o kadar karmaşık hale geliyor ki içinden çıkamadığımızda susmayı bir acil çıkış kapısı olarak görüyoruz belki de. Acaba nasıl incineceğimizi bilmiyor muyuz? Biz bilmediğimiz için karşımızdakiler bunu umursamamaya mı başlıyor? Yoksa incindiğimizin farkına mı varmıyoruz? Ya da farkına vardığımızda çok mu geç oluyor? Sonra da küsmenin işe yarayacak bir tepki olmadığını anlamamız tokat gibi iniyor yüzümüze. Oysa görebilsek, sınırlarımız hem kendimize hem de başkalarına vermiş olduğumuz bir akit. Yani demem o ki, eşini sen doğurmadın canım arkadaşım.
Bir gün bahçıvanın biri gül ağacının dallarını budarken bir adam yanaşmış. ‘Bu şekilde güllerin güzelliğini azaltmış olmuyor musun?’ demiş. Bahçıvan kendinden emin gülümseyerek ‘ Sınır koymazsam evet dalları çoğalabilir, hatta bütün bahçeyi sarabilir belki, ama çiçek açmaz’ diye cevap vermiş. Bizim de önceliğimiz kendi bahçemiz olsa, çeşit çeşit çiçeklerle mis kokularla donatsak. Bittabi o bahçeyi çitlerle çevirmeyi başarmış olsak. Dallarımızı doğru yerinden budamaya başlayıp bahçemizi çiçeklendirmeyelim mi artık?
Kendi yatağında akıp giden coşkulu bir nehir… Kendi sınırlarında beslenip ilerlediği sürece bereketini gösterir. Taştığı zaman ise yıkıma sebep olur, değil mi? Bu yıkımı yaşayan başka bir arkadaşım sorunu hep karşıda aradı yıllarca. Taşacağını öngördüğü halde set çekmeyi başarsaydı belki de bu kadar sular altında kalmayacaktı bahçesi diye düşündüm hep. Veyahut bir kuyudan su çekmek istiyorsunuz. Saldığınız ipi kısa tutarsanız su alamazsınız, ipi gereğinden uzun bırakırsanız da kovanız büyük ihtimalle dibe çöker ve kırılır. Yani sınırlarımızın ipleri bizim elimizde aslında canım kadın. Onu nasıl kullanacağımızı bilmek bize bahşedilmiş bir ayrıcalık aslında. Elbette ki seni bu konuda zorlayacak, eşikten bir adım daha atıp sınırı geçmek isteyecek dahili ve harici bedhahlar olacaktır. İşte o zaman hatırla olur mu, muhtaç olduğun kudretin çiçeklerle dolu bahçende olduğunu ve onu çitlerle çevirdiğini.
Kaçıp saklanabileceğimiz köşeleri yok yerkürenin maalesef, yuvarlak diyorlar kendisi için. Kendimize köşe ararken sınırlarımızı belirleyip akıp gidelim mi? Tıpkı coşkulu bir nehir gibi, taşmadan ve kurumadan. Renkli çitli bahçelerimizin çiçeklenmesi dileğiyle.