Dünyanın köşeleri olsaydı belki de çekilirdim birine ama yuvarlak diyorlar kendisi için. O yüzden başka köşeler aradık kendimize. Bana bu köşe düşerken sanmayın ki sanmalarla sınanmadım. Günün sonunda bilmenin kılığına girmiş bir yanılgının içinde buluyor insan kendini. Koca bir gölgede…
Sanmak… Kendi zihnimizin gölgesi değil de nedir? Bir insana bakarız, bir davranışını görürüz. Hemen bir yafta yapıştırırız. Soğuk, korkak ya da duygusuz ya da her neyse. Oysa arka planda sabaha kadar ağlamışlığı vardır ya da belki bir hastanın başında sabaha kadar beklemişliği.
Sanmak… ‘Ben biliyorum' demenin en tehlikeli hali. Ve bu hallerin içinde debelenip duran insanlar. Kendi dersinde zayıf olan bir öğrencisini, el işleri ile ilgili bir derste herkesten iyi olduğunu gördüğünde tembellik sanrısını yeniden gözden geçiren bir öğretmen. Ya da suskun çocuğunu umursamaz sanan bir anne. Ya da selam vermeyeni kibirli sanan bir komşu.
Sanmakla görmek arasındaki perdeyi biraz aralasak aslında varabiliriz belki gerçeğe ama günümüz dünyasında artık çok zor. Perdeler kalın ve ağır. Bir fotoğraf ya da paylaşımla hemen bir yargıya varabiliyoruz. Mutlu sanıyoruz, mutsuz sanıyoruz, iyi sanıyoruz, normal sanıyoruz. Sonra sevildiğimizi sanıyoruz; görüldüğümüzü, tutunduğumuzu sanıyoruz. Bazen güzel bir iki söze, bir bakışa, küçük bir davranışa kanıyoruz. Ve bunu çok kolay yapıyoruz. Sahi, bunu neden yapıyoruz?
Sanmak… Bilmenin en yoksul akrabası. Kolaydır, bir varsayım ürünüdür. Bilmekse emek ister, dinlemek ister, görmek ister, sabır ister, beklemek ister. Bir yargıya varmadan önce kendine hiç soruyor musun sayın okuyucu? ‘Acaba ben mi sanıyorum, yoksa gerçekten biliyor muyum?’.
Tabii ki köşe yazılarının vazgeçilmezi bir kıssa bırakmazsam olmaz buraya. Hisseden payını alan alır. Vaktiyle dergahın birinde her gün erkenden gelip bir köşeye çekilen bir derviş varmış. Müridler onunla pek konuşamazmış. Dervişi kibirli ve kendini beğenmiş bulurlarmış. Bunu fark eden şeyhleri müridlere sormuş:
-Neden o dervişe selam vermiyorsunuz?
-Çünkü bize hiç selam vermiyor, tepeden bakıyor gibi davranıyor, sohbetimize katılmıyor efendim.
Şeyh gülümseyerek cevap vermiş:
-O kördür evlatlarım. Sizi görmediği için konuşmuyor. Ama siz sanarak, kendi gözlerinizi kör etmişsiniz.
Müritler utanmışlar. Anlamışlar sandıkları şeyin hakikatin yalnızca gölgesi olduğunu.
Sanmak… Yeryüzündeki en hüzünlü kelimelerden biri belki de. Henüz geçmiş zamanla çekimlenmemişken umut taşıdığı söylenebilir ama insanı mutlu ettiği pek görülmemiştir. ‘Sandım’ olur içimizde bin parça kırık hayaller. Kursaktan aşağı inse bir türlü, kalsa bin türlü. İyi biri sandım, sevdi sandım, o kadarını da yapmaz sandım. Bu yüzden biraz da yalnızlara kalmıştır sonunda ‘sanmak’. Çünkü sandığımız dünyada kimse tam anlamıyla yoktur. Herkes biraz yanlış, herkes biraz eksiktir.
Kaçıp saklanabileceğimiz köşeleri yok yerkürenin maalesef, yuvarlak diyorlar kendisi için. Kimseye kalmaması gibi bir özelliği de var zaten. Bilmek için yeterince uygun bir yer olmadığı, sanmak için tüm şartların elverişli olduğu da söylenenler arasında. Her yeni yargının eşiğinde biraz durup demlenmeli galiba. Nihayetinde sanmayı bıraktığımız yerde başlıyor bilmek, bilebilmek.
Vesselam.