Dünyanın köşeleri olsaydı belki de çekilirdim birine ama yuvarlak diyorlar kendisi için. O yüzden başka köşeler aradık kendimize. Ben bu köşede yerimi alırken başkalarının köşe bucak kaçışlarını izledim şaşkınlıkla. Hırsızın hiç mi suçu yok demek durumunda bırakılanları, hırsıza hırsız diyememenin altında ezilenleri de. Belki de kötüler onlara kötü olduklarını söylemediğimiz için daha da kötüleştiler.
Hırsız: Başkasının malını kimse görmeden alan, çalan (kimse). TDK böyle bir tanımı uygun görmüş. Tanımdaki başkası ve malı kısmı biraz açık uçlu bence. Hırsızlık dediğimizde ilk akla gelen bir elin gizlice uzandığı bir cüzdan oluyor ama onu bazen bir dosyanın arasına sıkışıp kalmış bir parada bazen karşılığı olmayan bir faturada görüyoruz. Bazen bir turiste söylenen fazla parada bazen de hizmet alınmadığı halde bağlanan maaşlarda. Sonra ağzı iyi laf yapanların kendilerini aklamaya çalışmaları mı dersiniz; çalıp çırpıp okul ya da cami yaptıran, bağışlarda ön sırada ismini bağıra bağıra ilan eden hayırsever(!) iş insanları mı? Ne zamandan beri en az çalana razı olur hale geldik biz? Oysa çoğumuzun kutularında hala ayakkabılar var.
İnsanlık tarihinin en eski suçlarından biri hırsızlık. Ama öyle sadece kapı arkasında sinsice bekleyenlerden oluşmuyor bu kavram. Çünkü hayatın en büyük hırsızları ne duvar deler, ne kilit kırar. Onlar görünmez kapılardan girer insanın içine. İnsanlar ‘çalmak’ kelimesini sadece mala değil manaya da yüklediğinde, belki dünya bir nebze temizlenir. Khaled Hosseni ‘Uçurtma Avcısı’ kitabında şöyle diyor: ‘’Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir... Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.’’ Bu örnekleri çoğaltabiliriz tabii ki. Bir öğretmen öğrencisinin merakını yok ettiğinde, bir ebeveyn çocuğunun özgüvenini kırdığında, bir müdürün çalışanının emeğinin yok saydığında, bir dost diğerinin sırrını açık edip güvenini tükettiğinde, en sancılısı bir yöneticinin halkın umutlarını söndürdüğünde… Hepsi birer hırsızlık ve Tanrı’ya karşı gelmek belki de. Çünkü Tanrı, insandan emanet olarak verdiği iyiliği, doğruluğu ve merhameti korumasını ister. Maalesef ki çoğu zaman kendi menfaati uğruna o emaneti de çalıyor insan. Belki de en büyük günahlardan olma sebebi de budur sayın okuyucu. Kulun kula verdiği en büyük zarar bu. İster elinden, ister dilinden, ister kalbinden gelsin. Bazı hırsızlıkların cezası da sadece mahkeme salonlarında yeterli gelmiyor. Ruhun alarmı vicdan, kendi sessiz infazını yapıyor o zaman. Bir yanlışın ardından içeride çalan o sessiz çanı; kimi duyup duruyor, kimi susturup unutuyor. Unutanlar kendilerine sıranın geleceğini tasavvur edemiyorlar ne yazık ki. Sahi uyuyabiliyorlar mı geceleri?
Kaçıp saklanabileceğimiz köşeleri yok yerkürenin maalesef, yuvarlak diyorlar kendisi için. Kimseye kalmaması gibi bir özelliği de var zaten. Çalmak için tüm şartların elverişli olduğu da söylenenler arasında. Yine de adaletin tecelli edeceğine dair inancım var benim. Nerede ve ne zaman olursa olsun. Emeğimizi, inancımızı, zamanımızı çalarken vicdanları sızlamayanlara rağmen. Yedikleri hakların yanlarına kalacağını sananlara rağmen. Sadece kasaları değil, kalpleri boşaltanlara rağmen. Tüm kötülere rağmen…
Vesselam.