Dünyanın köşeleri olsaydı belki de çekilirdim birine ama yuvarlak diyorlar kendisi için. O yüzden başka köşeler aradık kendimize. Bu köşe düştü bana da, biliyorsunuz.
Bugünü ‘hiçbir şey yapmama günü’ ilan edelim mi sevgili okur? Hiçbir şey yapmayıp kendimizi geri çağıralım mı? Varoluşumuzun en keskin görünmez eylemi hiçbir şey yapmamak. Bir anlığına tüm dünyayla aramızdaki ‘talep etme’ konusunu çıkaralım mı aklımızdan? Baştan uyarımı yapayım, bolca ‘hiç’, ‘hiçbir’ ve ‘şey’ kelimeleri içerir bu yazı.
Bu haftaki yazımın konusu üzerine düşünürken aklıma, küçükken yol kenarında cılız akan küçük su kanallarına bıraktığımız çubuklar geldi. Süzülüp giderken suyun akışında sanki her şey dururdu ve sadece o akıştaki çubuk kalırdı evrende. Dakikaların genişlediği, saatlerin usulca eridiği, hiçbir şeyi düşünmeme zevkine varırdık peşine düştüğümüz çubukların hızında. Hayatın kalp atışı, o hiçbir şey yapmayıp izlenen çubukların sesinde gizli olabilir mi acaba?
Bir İtalyan deyimi vardır. ‘Dolce far Niente’. Yani ‘hiçbir şey yapmamanın tatlılığı’. Ruhun kendini onarmasına izin verdiğimiz ne güzel bir eylem bu eylemsizlik. Montaigne ’Hiçbir şey yapmamak, bazen çok şey yapmaktır.’ derken ne kadar da haklı. Kendime yarattığım sessiz eylemsizliklerimden biliyorum bunu. Dur biraz, sayın okuyucu. Zaman senin peşinde değil ve senden beklentisi yok. Gökyüzü senden bir şey talep etmiyor, senin yokluğunda bile var olmaya devam ediyor. Peki sen kendi yokluğunda kendini bulmak için ne yapıyorsun? Sürekli hep daha fazla öğrenme, üretme, tüketme peşindesin ve buna alışmış ya da alıştırılmışsın. Bu yüzden durduğunda kendini suçlu hissediyorsun. Oysa durmak da bir eylem değil midir? Hem de kendi başına kocaman ‘ben buradayım, sadece varım’ diyen bir eylem. Niyet ettim hiçbir şey yapmamaya ve uydum dünyanın kendi kendine açılmasını görmek için hareketsiz kal diyen Kafka’ya.
Konuyla ilgili denk geldiğim bir kıssa vardı. Bir dervişin genç ve çalışkan bir talebesi varmış. Hocasına sürekli sorular sorar, kitaplar okur, zikirleriyle dolu dolu geçirirmiş zamanını. Ama bir o kadar da sabırsızmış. Bir gün hocasına ‘Efendim, ben sürekli çalışıyorum çabalıyorum ama içimde yeterince huzur bulamıyorum’ demiş. Derviş tebessüm ederek ‘Evladım, sen her şeyi yapıyorsun ama bir tek şeyi yapamıyorsun’ demiş. Genç merakla ne olduğunu sormuş. Derviş ‘hiçbir şey yapmama’yı deyince talebesi şaşırıp kalmış. ‘Ama efendim, insan hiçbir şey yapmazsa nasıl ilerler?’ Derviş talebesini yanına katarak bahçedeki kuyunun başına getirmiş. Kuyuya bir taş atıp ‘Görüyor musun? Taş durgun suya hareket getirdi ama berraklığını aldı.’ Bir süre sessizce beklemişler. Su eski haline gelip durulunca, derviş devam etmiş. ‘İşte evladım, hiçbir şey yapmamak suyun kendiliğinden berraklaşmasına izin vermektir. İnsan bazen durmayı, beklemeyi, akışa güvenmeyi öğrenmezse ne kadar çabalarsa çabalasın içi bulanık kalır.’ demiş.
Hadi şimdi elindeki telefonu sessizce kapat, rahatça bir uzan. Önce sessizliğin sesine odaklan sonra dışarıdan gelen sesleri ayırt etmeye çalış. Nasıl sesler? Uzaktan mı geliyor? Kuş sesleri mi yoksa araba kornaları mı işittiğin? Odanın içinde ses var mı, bir dinle. Belki musluktan belli aralıklarla damlayan suyun çıkardığı ses, belki bir elektronik aletin durağan haldeki sesi, belki hiçbir ses yok. Üzerinde durma, bırak akıp gitsin hepsi. Sadece dinle ve bırak. Düşünme ve tanık ol.
Kaçıp saklanabileceğimiz köşeleri yok yerkürenin maalesef, yuvarlak diyorlar kendisi için. Kendimize köşe ararken; hiçbir şey yapmama, sadece seyretme zamanlarını kendimize hediye edelim mi? Tıpkı suda yüzdürdüğümüz çubuktan gemileri izleyen çocukluğumuz gibi.
Sevcan D. yazdı: Dolce far Niente
Sevcan D.
Yorumlar