Son yıllarda dikkat ettiniz mi? Artık gençler “of” demeden güne başlayamıyor.
Okula “of”, aileye “of”, hayata “OF!”...
Bir zamanlar “of” deyince sırt ağrısı çeken anne-babalar, şimdi “of”un her çeşidini gençlerden dinliyor.
Ama mesele basit bir ergen tripi değil; ortada ciddi bir ruh hali var: gençlerde kronik isteksizlik, memnuniyetsizlik ve tükenmişlik.
Eskiden ergenlik, biraz sivilce, biraz gizli aşk, biraz da “acaba matematik sınavından geçebilecek miyim?” heyecanıydı.
Şimdiki ergenlik?
Wi-Fi çekmiyor, algoritma beğenmedi, story tutmadı, arkadaş ghostladı…
Bir de üstüne “gelecekte ne olacaksın” baskısı eklenince, tablo tamamlanıyor: stresli, bıkkın, ama ironik bir şekilde “aktif” bir gençlik.
Psikologlar bu duruma “dijital yorgunluk” diyor.
Sürekli bilgi bombardımanı, hiç bitmeyen bildirimler, her an bir şey kaçırma korkusu… Beyin, 7/24 açık bir sekme gibi çalışıyor.
Bir Harvard araştırması, sosyal medya kullanımının gençlerde özsaygı düşüşü ve anksiyete artışıyla doğrudan ilişkili olduğunu söylüyor.
Yani “like” sayısı düştükçe moral de düşüyor.
Kısacası, mutluluk bir kalp emojisine sıkışmış durumda.
Bir de şu var:
Bizim dönemimizde “can sıkıntısı” diye bir şey vardı.
Evde yapacak bir şey bulamayınca kitap okurduk, pencereden dışarı bakardık, hatta sıkıntıdan kendimizle sohbet ederdik!
Bugün ise can sıkılmasına izin yok.
Bir dakika boş kal — telefon elinde.
Ama insan zihni biraz da o boşlukta dinlenir, düşünür, üretir.
Uzmanlar, sürekli uyarılma halinin yaratıcılığı öldürdüğünü söylüyor. Yani “of” aslında bir alarm sesi olabilir.
Sosyologlara göre de gençlerdeki bu bıkkınlık, sadece bireysel değil, toplumsal bir yorgunluk.
Ekonomik belirsizlik, eğitim sistemi, geleceğe dair güvensizlik...
Bir genç düşünün: sabah okula gidiyor, öğlen sınav stresi, akşam internette “başarılı olmanın 10 yolu” videoları izliyor.
Ama kimse “mutlu olmanın bir yolu”ndan bahsetmiyor.
Her şey ölçülüyor, kıyaslanıyor, filtreleniyor.
Böyle bir dünyada, “memnuniyet” nasıl doğal kalsın?
Yine de gençleri suçlamak kolaycılık olur.
Çünkü bu tabloyu onlar değil, biz — yetişkinler, sistem, ekran kültürü — hep birlikte yarattık.
Biz onlara “her şey mümkün” dedik ama aynı anda “sakın hata yapma” diye tehdit ettik.
Sonuç: cesaretini kaybetmiş, ama içten içe daha fazlasını arayan bir nesil.
Peki çözüm ne?
Uzmanlar diyor ki: bağlantıyı koparmak değil, dengeyi bulmak gerek.
Yani ne tamamen “teknoloji şeytan” diyelim, ne de her duygumuzu emojilere emanet edelim.
Biraz “offline” kalabilmeyi öğrenmek şart.
Gerçek arkadaşlıklar, doğa, sanat, spor… bunlar hâlâ ruhun şarj kabloları.
Okullarda “dijital detoks saatleri” bile öneriliyor artık.
Ve evet, ailelerin de “bizim zamanımızda” cümlesine ara vermesi gerekiyor.
Çünkü o zamanlar geçti, bu çocuklar başka bir çağda yaşıyor.
Belki de gençlerin memnuniyetsizliği, sadece bir “şikâyet” değil, bir yansıma.
Dünyanın hızına, baskısına, gösterişine karşı verilen sessiz bir protesto.
Onların bu isteksizliği, “bu gidiş iyi değil” diyen iç sesleri olabilir.
Ve belki de bu iç ses, geleceğin en büyük değişim çağrısıdır.
Sonuçta, her nesil önce biraz bıkar, sonra bir yol bulur.
Bugünün “of” çeken genci, yarının “yeter artık, ben değiştiririm” diyen yetişkini olabilir.
Yeter ki biz onların “of”larını hemen susturmayalım.
Çünkü bazen bir “of”, yeni bir dünyanın başlangıç notasıdır..