Her yıl, aynı döngüde kayboluyoruz. Sınav takvimleri açıklanıyor, özel dersler başlıyor, test kitapları yığılıyor, öğrenciler nefes alamadan bir yarışın içine çekiliyor.

Adeta bir at yarışı...

Kim daha hızlı koşacak, kim birinciliği kapacak, kim arkalarda kalacak?

Her biri farklı karakterde, farklı yetenekte, farklı ritimde gelişen çocuklar...

Sınıflarda her gün görüyorum; kimisi matematikte parlıyor, kimisi resimde. Biri düşüncelerini yazarak anlatıyor, diğeri göz temasıyla... Ama sınavlar sadece bir tür zekâyı ölçüyor. Diğerleri sessizce silinip gidiyor. Bugün birçok öğrenci sabah okula geliyor, akşam etütlere gidiyor, hafta sonunu deneme sınavlarıyla geçiriyor. Spor yapmak istiyor ama “zaman kaybı” diyoruz. Bir enstrüman çalmak istiyor ama “önce netlerini artır” diyoruz. Sosyalleşmek istiyor, “şu sınav bir geçsin” diyoruz.

Ama o sınav bitmiyor. Her sınav bir son değil, yeni bir yarışın başlangıcı oluyor. Ve en acısı, birçok aile bu sistemin içinde sadece “sonuç” odaklı yaşıyor.

“Kaç net yaptın?”

“Kaçıncı oldun?”

“Senin yaşındaki Ayşe özel derse başlamış...”

O çocuk ne hissediyor? Düşünen pek yok.

Çocukların yaşaması gereken en güzel yıllar, sadece başarı baskısı altında geçiyor. Oysa başarı, tek başına sınavla ölçülebilir mi? Bir çocuğun empatisi, nezaketi, merakı, hayal gücü… Hangi test kâğıdı bunları puanlayabilir? Evet, sistem böyle. Evet, sınavlar var. Ama sistemin eksiklerini görüp onu sorgulamak, çocuklarımızı ona kurban etmekten çok daha değerlidir. Çünkü çocuklarımız sadece akademik veriler değil. Onlar duyguları olan bireyler. Ve eğitim, sadece bilgiyi değil, hayatı öğretmelidir.

Ailelere düşen görev sadece iyi notlar beklemek değil; çocuğunu tanımak, dinlemek, onun da bir iç dünyası olduğunu fark etmek. Her test sonucu bir karakter ölçüsü değildir. Her düşük not bir “başarısızlık” göstergesi değildir. Âmâ her baskı, zamanla bir yorgunluk yaratır. Ve bu yorgunluk en çok içten içe sessizleşen çocuklarda görülür.

Siz hiç 10 yaşında “hayattan yoruldum” diyen bir çocuk duydunuz mu? Ben duydum. Ve o cümle, bir öğretmen için sınav sonuçlarından çok daha sarsıcıydı.

Peki ne yapmalı?

Eğitimi sadece sınavlara değil, hayata hazırlık olarak görmeli. Çocuğun ilgisini, yeteneğini keşfetmeli.

Onu tek bir başarı tanımına sıkıştırmadan, özgür bırakmalı. Bazen bırakın sıkılsın, bazen bırakın oynasın. Çünkü bir çocuğun ruhu, test kitaplarının arasında değil; oyun oynarken, resim yaparken, koşarken nefes alır. Sistemi değiştirmek kolay değil. Ama bakış açımızı değiştirmek bizim elimizde.

Çocuğunuzun hayatını sadece “başarı”ya değil, dengeye kurmasına izin verin.