Geçen hafta bir programda duyduğum bir cümle hâlâ kulaklarımda çınlıyor:
“Herkesin bu cinayetlerde payı var.”

Cinayet kelimesi insanın içini ürpertiyor. Aklımıza hemen bir alacak verecek meselesi, bir miras kavgası veya kişisel bir çıkar çatışması geliyor. Oysa o programda konuşulanlar çok daha derin bir gerçeğe dairdi: Kadın cinayetleri.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun son raporu önümüzde. Altı ayda kaybettiğimiz kadınların sayısı yüzleri aşıyor. Her birinin adı, yüzü, hikâyesi var; her biri bir hayat, bir anne, bir evlat, bir dosttu.

Artık sayılara sığdırılan kayıpların habercisi cümleleri ezbere biliyoruz. Ve evet, biz bu satırları yazmaktan; siz de okumaktan usandınız. Ama inanın, o kadınlar toprağa düşmekten ve bu korkuyla yaşamaktan bizden çok daha fazla usandı.

Kadınlar sadece öldürülmüyor; çoğu kez sessiz çığlıkları duymazdan geliniyor. Bir kadının yüzündeki yorgunluğu, gözlerindeki korkuyu veya bastırdığı sesi fark edip “boşver, aile meselesi” diyerek geçiştiren herkesin payı var.

Koruma talep eden bir kadının dosyasını geri çeviren görevlinin masasındaki klasörde, bu sessizliğin izi saklı. Kadınların dayanıklılığını, suskunlukla karıştırdık; yardım istediklerinde kulak vermeye geç kaldık.

“Bağırma, komşular duymasın” diye kendi sesini bastıran kadınların sessizliği, hepimizin utancıdır.
Karakol koridorlarında yankılanan “Sadece şikâyetçi değilim” cümlesi, bir vazgeçiş değil; çaresizliğin dışa vurumudur. Bir toplum, kadınların acısına sağır kaldığında kendi vicdanını da susturmuş olur.

Kadının yaşam hakkını günlük tartışmaların arasında unutanlar ve yasal güvenceleri uygulamayanlar, bıraktıkları acı tatla hepimizin vicdanına dokunuyor. Kadınların haklarını gündemin dışında tutan her yaklaşım, bu sorunun büyümesine zemin hazırlıyor.

Cinayet masasında failin elindeki bıçak ne kadar soğuksa, kadına uzanması gereken hukuk eli de o kadar soğuk. 6284 Sayılı Yasa kâğıt üzerinde var, ama ruhu eksik.
O yasa metinlerinin içine vicdan ve insan eli girmedikçe, kadınlar gerçekten korunamaz. Kadınların yaşam hakkı, sadece kanun maddeleriyle değil; ancak adaletin sıcak eliyle güvence altına alınır.

Kadınların ekonomik bağımsızlığını, eğitim hakkını ve siyasete katılımını “ikinci planda” gören herkes bu yükü büyütüyor. Bir kadın güçlü olduğunda, kendi hayatının öznesi olduğunda, yaşam hakkını da koruyabiliyor. Ama onu zayıf, muhtaç veya sessiz kılmaya çalışan her karar, hepimizi bu cinayetlerin ortağı yapıyor.

Kadınları görmezden gelen anlayış, şehirlerde ve sokaklarda da varlıklarını silikleştiriyor.
Oysa kadınlar, bu ülkenin sessiz tanıkları değil; değişimin ve umudun öznesidir.

Bu cinayetler yalnızca bireysel suçların değil;ihmalin, kayıtsızlığın ve kadın aklını yok sayan bir anlayışın ürünüdür.
Artık yeter. O kanlı tablonun üzerimize sinen ağır ve bayat kokusunu temizlemenin zamanı geldi.

Başını çeviren, dilini tutan, elini uzatmayan herkesin payı var.
Bu pay ödenmeden, hiçbirimiz tam anlamıyla güvende olamayacağız. Sesimiz yükselmeli, taleplerimiz karşılık bulmalı.

Yoksa bir sonraki haber bülteninde bir başka kadının adı daha geçecek ekrandan..Ve biz, yine “Ama elimizden ne gelir ki?” diyerek sessizliğimizin suç ortaklığına sığınacağız.