Dünyanın köşeleri olsaydı belki de çekilirdim birine ama yuvarlak diyorlar kendisi için. O yüzden başka köşeler aradık kendimize. Bana da bu köşe düştü. Yine böyle başlıyorum yazıma, bir nevi imza.

Bugün direnen bir halkın azim ve kararlılığının sembolü, birlik içinde verilen özgürlük mücadelesinin mihenk taşı 30 Ağustos. Ve tabii ki savaşın gizli kahramanları Maraşlı Senem Ayşe, Elif Bacı, Kara Fatma, Asker Saime ve daha adını bilmediğimiz nicesi. Hep kadınları yazıyorsun diyorlar bana. Evet, en iyi bildiğim dil bu çünkü. Atatürk 7 Nisan 1919’da Memleket Gazetesi’ne ‘’Türk kızı da Milli Mücadele’ye katılmalıdır’’ demişti. Zira güveni tamdı onlara. O zamanlar vatan için savaştı kadınlar. Peki ya şimdi? 

Ülkede fiziken resmi bir savaş yok, lakin bu topraklarda kadınlar hep bir savaş halindeler maalesef. Önce varlıklarını kabul ettirmek için, sonra da onu koruyabilmek için. Her bir kadın ayrı bir savaş içerisinde. Ama onların bu savaşları bir yıkımın değil, bir varoluşun şarkısı. Savaş meydanlarının tozlu sayfalarında değil; sabrın, sevginin ve yeniden doğuşun satırlarında yazılı direnişleri. 

Etrafımda hep tek başına savaş veren kadınlar görüyorum. Dağ gibi duruşlarıyla çocuklarına yurt olmuş, direnen ve çabalayan, yalnız bir o kadar da güçlü kadınlar. Taşların arasından bitiveren çiçekler gibi çocuklarına umut serperek yeşermeye devam ediyorlar. Bir ayakkabı ya da bir çanta fiyatıyla sınanırken bile.

Etrafımda geceleri zihnini kaygılara teslim etse de sabah çocuklarını sevgiyle okula götüren kadınlar görüyorum. Çocuklarının okula girişini izlerken gururlu bir gülümseme yerleşiyor yüzlerine. İşte orada bitiyor kaygılar belki de böylece.

Etrafımda çoğu geceler ağlamaktan şişen gözlerini saklamaya çalışan kadınlar görüyorum. Bir kısmının ruhunda yankılanıyor ‘Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da’ diye. Yalnızlıkları geçiyor belki de böylece.

Etrafımda fedakar ama gözü kara kadınlar görüyorum. Her sabah yeniden ve yeniden doğan kadınlar. Biliyor musunuz, Maraşlı Senem Ayşe komşusunun evinin cephanelik olarak kullanıldığını fark edince, kendi evini yakıp sıçrayan alevle düşman cephaneliğini patlatmış. Aklıma Edip Cansever’in ‘Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum, yeniden doğmak için çıkardığım bu yangından’ dizeleri geliyor. Kurtuluşumuz için biz de zaman zaman kendi evimizi yakıp gözü karalığımızı sergilemiyor muyuz? Oysaki gül bahçeleri olmalıydı evlerimiz, kül değil. Ama maalesef o da unutuluyor sonra, Senem Ayşe’nin yoksul düşünce devlet yetkililerinden cevap alamamasına benzer durumumuz. Yine de yanıp kül olan evimizi tamir ederiz Senem Ayşe gibi. Kadınlar düştükleri yerden kalkmakla, sıfırdan başlayabilmeleriyle de maruftur bilirsiniz.

Ve en güzeli artık bu kadınlar susmuyorlar ve birbirlerini destekliyorlar. ‘Kadın kadının yurdudur’ sözünün içini dolduruyorlar. Hayata karşı açtıkları cephelerinde tek başına olmadıklarını biliyorlar. Biliyoruz. Bilsinler. 

Kaçıp saklanabileceğimiz köşeleri yok yerkürenin maalesef, yuvarlak diyorlar kendisi için. Kendimize köşe ararken vazgeçmeyelim birbirimizden ve direnişimizden. Tıpkı Kara Fatma, Maraşlı Senem Ayşe, Elif Bacı, Asker Saime ve diğerleri gibi.