Son yıllarda hepimiz gizliden gizliye aynı yarışın içine itildik: Mutlu olma yarışı. Sanki mutluluk bir merdiven gibi; çıkacaksın, ulaşacaksın, sonra orada sonsuza kadar duracaksın. Reklamlar, kişisel gelişim kitapları, sosyal medya… Hepsi aynı mesajı veriyor: “Mutlu ol. Hemen. Şimdi. Zorla da olsa.” Ama hayatın matematiği böyle işlemiyor. Çünkü mutluluk bir hedef değil; doğru şeyleri yaptığında kendiliğinden ortaya çıkan bir yan etki. Bir ilacın prospektüsünde yazan “hafif baş dönmesi yapabilir” notu gibi değil tabii… Hayatın içindeki küçük bir ödül gibi. Birine gerçekten sarıldığında, bir cümleye içten güldüğünde, yoğun bir günü bir fincan çayla tamamladığında, çalıştığın işte küçük bir ilerleme kaydettiğinde, bir yarayı kendi hızında sardığında… İşte oralarda mutluluk sessizce belirir. Ama bugün çoğu insan mutlu olmak için çırpınıyor. Ve ne gariptir, ne kadar zorlanırsak o kadar uzaklaşıyor bizden. Çünkü mutluluğu hedefe dönüştürdüğümüz anda, onu kaybediyoruz. Zorladıkça kaçıyor, peşine düştükçe gizleniyor. Oysa mutluluk, peşinden koşunca değil, yaşarken dalgın dalgın karşına çıkınca güzeldir. Bir an gelir, kendi işine odaklansın; kendini geliştir, dinlen, anlamaya çalış, sınır koy, üret, nefes al… Mutluluk zaten arkadan usulca yetişir. Çünkü mutluluk bir varış noktası değil, doğru yolda yürüdüğünün işaretidir. Belki bu yüzden, kendimize sormamız gereken soru şu değildir: “Nasıl mutlu olurum?” Asıl soru şudur: “Bana iyi gelen neyi yapıyorum?” Bu sorunun cevabı bulunduğunda mutluluk zaten yanımızdan eksik olmaz. Bazen fısıltı gibi, bazen bir günün içindeki minicik bir aydınlık gibi, bazen de hiç beklemediğin bir anda kapının önünde duran bir misafir gibi. O yüzden telaş etmeye gerek yok. Mutluluk bir hedef değil… Hayatın sana ‘doğru yoldasın’ demesinin en güzel yan etkisi.