İnsanın en büyük sınavı, kendi eksikleriyle yaşamayı öğrenmesidir.
Kimimiz sabırsızdır, kimimiz duygusaldır, kimimiz fazla düşünür, kimimiz hiç düşünmeden konuşur.
Herkesin içinde küçük bir “keşke” vardır.
Ama belki de insan tam da bu eksikleriyle insandır.
Uzun yıllar boyunca bize mükemmel olmanın öğütleri verildi.
“En iyi ol, hata yapma, güçlü dur, pes etme.”
Sanki duygular zayıflık, hata ise utançmış gibi öğretildi.
Ama kimse söylemedi: Mükemmel olmaya çalışırken en çok kendini kaybedersin.
Bir öğrencim bir gün şöyle demişti:
“Hocam, herkes benden sürekli iyi olmamı bekliyor, ama bazen sadece yoruluyorum.”
O an anladım; biz gençleri başarıya, hıza, üretkenliğe o kadar alıştırdık ki,hata yapma hakkını ellerinden aldık.
Oysa düşmeden yürümek öğrenilmez.
Bilim insanları bile bu gerçeği doğruluyor.
Psikolog Brené Brown, yaptığı araştırmalarda “kusurluluk” kavramını inceliyor.Brown’a göre, en sağlıklı bireyler
kendini “eksikleriyle kabul edebilen” insanlar.Çünkü mükemmelliğe takılı kalan zihin, sürekli “olması gereken” bir
versiyonunun peşinde koşar,ama “olan” halini kaçırır.Ve insan, kendini hep yarım hisseder.
Bir düşünelim…
Bir müzik parçası ufak bir tonda yanıldığında bile daha duygusal olur.
Bir resimdeki fırça hatası tabloya karakter katar.
Bir dostluk, küçük kırgınlıklarla daha derinleşir.
Yani eksiklik, çoğu zaman duygunun kapısını aralar.
Belki de asıl olgunluk, her şeyin yerli yerinde olmasında değil;
yerinden kaymış şeylerle barışabilmekte gizlidir.
Bazı cümleler yarım kalır, bazı insanlar erken gider,
bazı hayaller hiç gerçekleşmez —
ama hayatın anlamı tam da bu eksikliklerin içinde büyür.
Bizi güçlü yapan şey kusursuzluk değil, toparlanma becerimizdir.
Yani bir şey kırıldığında, onu onarabilme isteği.
Japonların “Kintsugi” adını verdiği bir sanat vardır.
Kırılan seramik eşyaları altınla birleştirirler.
Çatlaklar gizlenmez, tam tersine parlatılır.
Çünkü onlar der ki: > “Bir şey kırıldıysa ve yeniden birleştirildiyse, artık daha değerlidir.”
Belki biz de öyleyizdir.
Kırıldıkça, eksildikçe, hayal kırıklıklarıyla büyüdükçe,
aslında daha anlamlı hale geliriz.
Yeter ki o kırıkları utanç olarak değil, yaşam izleri olarak görelim.
Eksik olmak, yetersiz olmak demek değildir.
Bazen eksik olduğun yan, seni insan yapan taraftır.
Sabırsızsan, bu duygulu bir kalbin işaretidir.
Kırılgansan, bu empati yeteneğindir.
Sessizsen, bu derinliğindir.
Yani her eksiğin içinde bir denge vardır, fark etmek yeter.
Son yıllarda herkes “kendinin en iyi versiyonu ol” diyor.
Ama belki de en doğru cümle şu olmalıydı:
“Kendinin en gerçek hali ol.”
Çünkü gerçek olan, tam olmayan ama samimi olandır.
Kısacası, eksik olmak, zayıflık değil.İnsanın kendini anlamaya başladığı noktadır.Mükemmellikte değil, kusurlarda
büyür insan.Ve belki de hayatın en güzel yanı,hiçbir zaman tamamen “tam” olamamakta gizlidir.