Geçen hafta benim de içinde bulunduğum Kadın Dostu Kent Platformu’nda paylaşılan, Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cevdet Yılmaz’ın tespiti, dikkatleri bir kez daha üzerine çekti: “Para şehir dışına çıkıyor.” Bu uyarı yerinde bir ekonomik gerçeğe işaret ediyor; zira kadınların semt pazarlarından çekilip büyük zincir marketlere yönelmesi, yerel esnafta kalması gereken paranın o kentin döngüsünden çıkarak global sermayenin merkez kasalarına akması anlamına geliyor. Ancak mesele sadece bir muhasebe defterindeki eksik değil; bu ekonomik sızı, aynı zamanda Pazardan çekilen kadınla birlikte, mahalleler arası yüz yüze iletişimin azalması, küçük üreticinin desteğini kaybetmesi ve kadınlar arası o görünmez bilgi ve dayanışma ağının incelmesidir.
Semt pazarları, market raflarının soğuk ve anonim düzenine inat, kadın dayanışmasının, yerel üretimin ve ev içi yükten kısa süreliğine sıyrılmanın görünmez laboratuvarlarıdır. Kadın pazardan çekildiğinde, onunla birlikte mahalle hafızası da sessizleşir. Kadın üreticinin aracısız kazancı azalır, kadın kooperatifleri nefessiz kalır.
Bugün pazarlar ne yazık ki kadınlar için giderek erişilmez ve güvensiz hâle geliyor. Tezgâhlar düzensiz, satış davranışları agresif ve saygı sınırlarını zorlayan tutumlar yaygın. Kadın kendini güvende hissetmediği yerde durmaz; gözünü kaçırır, çantasını toplar, markete yönelir. Üretici kadın da sessizce çekilir; kendi tarlasından, el emeğiyle getirdiği ürününü huzurla satamazsa kaybolan sadece bir tezgâh değil, yerel ve vicdanlı üretimin ta kendisidir.
Bu büyük sorunların yanında, pazar yerlerinin temel insani ihtiyaçları bile karşılayamaması kabul edilemez: Tuvalet eksikliği, bekleme alanının olmaması ve özellikle soğuk havalarda kadınların maruz kaldığı yetersiz barınma koşulları gibi küçük görünen detaylar, aslında kadınların pazar alanlarındaki varlığını derinden etkileyen en etkili altyapı sorunlarıdır.
Pazarların zayıflatılması, aynı zamanda bakım emeğini omzunda taşıyan kadınların yükünü katlıyor. Bebek arabasıyla, yaşlısını yanında getirerek pazara çıkan kadın, dar sokaklarda, gürültüde ve düzensiz kalabalıkta ekstra bir yükle mücadele ediyor. Pazar düzenlemesi kadın odaklı yapılmadığında mesele yalnızca şehircilik değil, doğrudan kadının kent hakkının gaspı oluyor.
Kadınların pazarda maruz kaldığı yüksek sesli satış baskısı, küçümseyici tavırlar veya sözlü taciz biçimleri ise çoğu zaman görmezden gelinen bir mikro şiddet türüdür. Ve biz çok iyi biliriz ki: Bir yer kadın için güvenli değilse, o yer aslında kimse için güvenli değildir.
Sonuç: Kadının Sesi Güçlenirse, Şehir Nefes Alır
Bugün pazarları modern, temiz, güvenli, düzenli ve erişilebilir biçimde yeniden planlamazsak kaybedeceğimiz tek şey ekonomik döngü olmayacak. Kadınların kentteki görünürlüğü, üreticinin emeği ve kentin kendi kendine yetme kapasitesi de hızla eriyecek. Kadın pazardan çekildiğinde toplumsal iplik kopar, sosyal ağlar zayıflar ve kent daralır.
Tam da bu nedenle meseleyi şöyle özetlemekten başka çarem yok:
Kadın pazardaysa şehir güçlüdür. Kadın pazardan çekiliyorsa şehir sessizleşir ve eşitlik erir.
Pazarları güçlendirmek, yalnızca yerel ekonomiyi değil; kadınların emeğini, sesini ve kamusal alandaki varlığını da güçlendirmek demektir. Ve bugün şehirlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey tam da budur