Toplumun daha adil, daha eşitlikçi ve daha kapsayıcı bir yaşam kurabilmesi, yalnızca güzel sözlere, iyi niyetli planlara ya da genel geçer hedeflere bırakılacak kadar sıradan bir mesele değildir. Bu hedefe giden yolun en sağlam taşı veridir. Çünkü veri, kimin görünür olduğunu, kimin görünmez kaldığını bize söyler.
Geçtiğimiz günlerde cinsiyet eşitliği temelli izleme ve değerlendirme yaklaşımını güçlendirmeye yönelik çok kıymetli bir çalışmanın parçası oldum. Bu eğitimlerde gençlerle bir araya geldik; planlamanın, hizmetin, bütçenin merkezine eşitlik bakış açısını nasıl yerleştirebileceğimizi konuştuk.Katılımcılar, bir hizmetin ya da yatırımın kimin yaşamına nasıl dokunduğunu veri üzerinden okuma becerisi kazandı.
Fakat bu süreçte, benim için hiç de yeni olmayan ama bir kez daha duvara çarpar gibi hissettiren bir engelle karşılaştık: Veri Duvarı.
Bir şehirde bir proje ya da hizmet planlandığında, o planın kime gerçekten ulaştığını anlamanın tek yolu veridir. Eğer toplu taşıma, park, sağlık ya da eğitim gibi alanlarda veriler; cinsiyet, yaş, engellilik veya diğer kırılganlıklar üzerinden ayrıştırılmıyorsa; kadınlar, gençler, yaşlılar ve engelliler sessizce sistemin dışında kalır.
Bir parkın genç kızlar tarafından güvenli hissedilip hissedilmediğini bilmiyorsak, oraya koyduğumuz bir bank ya da lamba yalnızca bir görüntüdür.
Toplu taşıma kullanıcılarının profili görünmüyorsa, genç bir annenin bebek arabasıyla yaşadığı zorluk ya da yaşlı bir kadının merdivenlerle mücadelesi karar masalarına hiç ulaşmaz.
Görünmeyen ihtiyaçlar, aslında görmezden gelinmiş hayatlar demektir. Ve bu hayatlar, eşitlik iddiasında olan her politikanın dışında kalır.
Bu açıdan bakıldığında veri, yalnızca kuru bir sayı değildir; her rakamın ardında bir hikâye, bir ihtiyaç, bir insan vardır.
Doğru toplanmış ve şeffaf biçimde paylaşılan veri, planlama süreçlerinde kaynakların adil dağılımını sağlar; hizmetlerin kimleri kapsayıp kimleri dışarıda bıraktığını görünür kılar. Aynı zamanda sessiz talepleri toplumsal bir sese dönüştürerek savunuculuğu güçlendirir.Daha da önemlisi, veri karar vericilerin denetlenmesini mümkün hale getirir.
Bir yönetim verisini paylaşıyorsa hesap verebilir olur; paylaşmıyorsa, alınan kararların izini sürmek, onları denetlemek neredeyse imkânsızlaşır.
Eşitlik, farklılıkları yok saymakla değil; onları görerek, anlayarak ve kapsayarak mümkün olur.Kapsayıcı bir kent, hiçbir toplumsal grubu görünmez kılmaz.
Bunun yolu da veriyi düzenli biçimde toplamak, ayrıştırmak ve toplumla açıkça paylaşmaktan geçer.
Bu nedenle yerel yönetimlerin, kamu kurumlarının ve tüm karar vericilerin sorumluluğu nettir: “Cinsiyete göre ayrıştırılmış veriyi üretmek, şeffaf bir şekilde paylaşmak ve bunu bir hak zemini olarak görmek.”
Şimdi sizden rica ediyorum:
Belediye sitenizin ‘Faaliyet Raporları’ veya ‘Stratejik Planlar’ sekmesine girin.
Kadınların, gençlerin ve engellilerin ihtiyacını ispatlayan o veriler...
Gerçekten orada mı, yoksa hâlâ görünmezler mi?
Eğer görünmezlerse, kendinize şu en temel soruyu sorun:
Benim belediyem veri tutmuyor ve paylaşmıyorsa, gerçekten çalışıyor mu?